-45-

1K 88 10
                                    

İşte kısa bir bölüm daha. Bunun uzun bir süre böyle olacağını söylemiştim. Bir tarih vermek gerekirse haziran başına kadar böyle gibi. Her neyse. Umarım beğenirsiniz.
İyi okumlar...
-------------------------------------------

Klaus kapıyı çarpıp zindandan çıktığından beri göz yaşlarım hakim olamıyordum. Bağıra bağıra ağlıyordum. Bende hep aynı etkiyi yaratıyordu. Yanıma bir kere geldiğinde bu hallere düşüyordum.

Aslına bakarsan, sanırım deliriyordum. Yalnızlık beni delirtiyordu. Tam anlamıyla kafayı kaçırmamak için bazen, orada olmadığını bildiğim Kol'la konuşuyordum.

Hıçkırıklarım kesilip geriyi kuru gözyaşlarına bıraktığında yine aynı şeyi yapmaya başladım. "Biliyor musun Kol be diyorum. Keşke anılarımız hatırlayabilseydim."

Gözlerimi Kol'un orada olduğunu tahmin ettiğim tabuta dikerek "Çoğu güzeldi değil mi? Öyle hatırlıyorum." Dedim.

"Her birinizin kim olduğunu bilmek ama birlikte geçirdiğimiz mükemmel veya berbat anıları hatırlayamamak beni kahr ediyor. Rebekah'ya çok kızgın olduğumu hatırlıyorum. Ama nedenini hatırlayamıyorum."

Derin bir nefes aldım "Veya Hanrik ve Liz'i neden bu kadar çok özlediğimi bilmiyorum."

"Tek hatırladığım şey Klaus. Onun beni kendine sarmasını, öpüşünü, kokusunu hatırlıyorum. Ormanda geçirdiğimiz günleri, dereyi hatırlıyorum. Benimle dans edişini, gözlerime bakışını hatırlıyorum. Ve nedense içten içe bunları sana anlatmamam gerektiğini düşünüyorum."

"Ama biliyor musun, bana yaptığı berbat şeyleri de hatırlıyorum. Bazen bir insanın sevdiği kadına bunları nasıl yapabildiğini sorguluyorum. Sonra aklıma tek bir neden geliyor 'O Klaus.'"

Parmağımı hafifçe kaldırıp parmaklıkların arkasındaki tabutu işaret ettim ve "Sen orada benden daha şanslısın." Dedim. "En azından uyuyor ve hiç bir şey düşünmüyorsun. Yerinde olmak için neler vermezdim."

Kol ile konuşmayı bırakıl çömeldiğim duvar kenarından kalktım ve eski püskü, kırık dökük yatağıma uzandım.

Ve isimleri hiç zorlanmadan tek solukta saydım "Rebekah, Elijah, Kol, Mikael, Esther, Katherina, Liz, Hanrik, Tatia, Klaus."

İsimler bittiğinde gözlerim yavaşça kapandı ve artık şu dünyada yapmayı tek sevdiğim şeyi yaptım. Uykuya daldım.

***

Gözlerimi araladığımda sabah olduğunu küçük penceremden içeri süzülen bir parça ışıktan anlayabildim. Yoksa zindan hala zifiri karanlıktı.

Kırık yataktan, çıkarttığı gıcırtıları dinleyerek kalktım. Yine bomboş bir güne başlamıştım. Kendi halimde, tek başıma bir gün.

Odanın içinde bir az gezindikten sonra parmaklıkların önünde durdum.

Bağlı ellerimi birbirinden ayırmadığım için ikisiyle de demirleri tuttum. Soğuk. İçimi ürperten soğuk.

Gözlerim, içinde Kol'un bedeninin bulunduğu tabuta kaydı. Keşke onunla gerçekten konuşabilseydim. Belki unuttuğum anıları anlatırdı bana.

Birden, gözümden istemsiz yaşlar akmaya başladı. Bu arada sırada oluyordu. Genelde sabah uyandığımda. Zihnim tamamen boşken. Gerçekleri hatırlıyor, anlıyordum. Ne kadar yalnız olduğumu fark ediyordum.

Kafayı yiyordum. Tam anlamıyla. Kendimi öldürmek istiyordum. Ve o anlarda eğer elimde bir kazık olsa hiç düşünmeden kalbime saplardım.

Ve yine o anlardan birindeydik. Kendimi soğuk demirden ayırıp duvara çarptım. Sırtımı ısrarla duvara vuruyordum ve hıçkırarak ağlıyordum. Çığlık atıyordum. Hatta bir süre sonra sırtımda yaraların açılıp kapanmaya başladığını hissediyordum.

Klaus istiyorumdum. Tam şimdi. Burada. Yanımda. Yine onu istiyordum. Bana bütün bunları yaşatan adamı. Ona sarılmak, onunla ağlamak istiyordum.

Birden kendimden iğrendim. Her şeye rağmen ondan vazgeçemediğim için kendimden nefret ediyordum. Kendimi duvara daha sert çarptım. Ve daha sert...

Klaus'tan;
Adımlarımı hızlandırdım. Bir an önce odama gitmek istiyordum. Rebekah ve Elijah'ın beni onaylamayan gözlerle süzmeleri beni deli ediyordu.

Caroline'a yaptığımı onaylamalarını beklemiyordum. Ama bana kalırsa doğru olanı yapıyordum. Onu bir kez kaybetmiştim. Bir daha kaybedemezdim. Onu görememek zordu. Her gün, acaba öldü mü diye düşünmek. Hayır. Kendime bunu yapmayacaktım.

Odamın kapısını arkamdan çarparak kapattım. Ellerim titriyordu. İçki dolabından bir şişe viski aldım. Ama bardak istemiyordum.

Viskinin kapağını sertçe açıp büyük bir yudum aldım.

Onu bırakmak istemiyordum. Ama o hali beni öldürüyordu. Gün geçtikçe yüzü daha çok çöküyordu. İlk zamanlarda tanıdığım kızla alakası yoktu.

Yüzü incelmiş, elmacık kemikleri içeri çökmüş, dudakları kurumuştu. Ama en kötüsü artık eskisi gibi bakmıyordu. Saçları her zaman kabarıktı. Teni solmuştu. Bazen onu gizlice dinliyordum. Kendi kendine konuşuyordu. Veya Kol'la. Deliriyordu.

Ama bende içten içe deliriyordum. Hayatımda ilk defa yaptığım şeyden bu kadar emin değildim. Onu bırakırsam giderdi. Ama böyle olması da dayanılmazdı. Anılarını unuttuğunu darkındaydım. Beni de unutursa ne yapardım?

Ama onu çıkaramazdım işte. Sinirle elimdeki viski şişesini fırlattım. Sonra elimi sertçe tahta masaya geçirdim. Elim kanamaya başlamıştı. İğleşmesine izin vermeden tekrar vurdum.

Sanırım, Caroline'la yine aynı kaderi paylaşıyorduk. İkimiz de deliriyorduk.

GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Klaroline)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin