İşte zar zor, kaçak gibi yazdığım bir bölüm daha. Umarım beğenirsiniz.
İyi okumalar...Rebekah Mikaelson;
Ölesiye koştuk. Köşkümüze gittik ilk önce. Ağabeylerim işlerini hallettiler bir çırpıda. Muhtemelen ağabeyim Klaus diğer bir ağabeyim Kol'un tabutunu almakla uğraştı en çok da. Ama ben hiç bir şey yapmadım.
İçim bomboştu. Tek bir hayat belirtisi göstermeden giriş holünün kiremit rengi duvarını uzun bir süre izledim. Belki de çok kısa bir süre. Sadece zaman kavramını yitirmiştim. Benliğimi ve dünya kavramını yitirmiştim. Kendi yarattığım dalgalarda boğuluyordum şimdi. Kendi fırtınamın yağmuru ıslatıyordu beni.
Kiremit rengi o duvardan yükselen alevleri görüyordum. Kendi çığlığım kulaklarımda yankılandı. "Bitti." Elijah'ın sesini tekrar tekrar duydum "Bitti."
Bitmişti. Öylesine çaresiz miydik gerçekten? Marcellus'u o yangına terk edecek kadar çaresiz miydik? Öylesine mi bitmişti umudumuz.
Alevler kiremit duvara yayıldı ve tavan ulaştı. Güçlü bir bileğimi yakaladı ve kendime geldim. "Gitmeliyiz." Dedi ağabeyim Elijah. Gitmeliydik. Buradan da gitmeliydik. Gerçekten de bitmişti.
Zaman kavramını geri kazandım. Ve koştum sadece koştum. Ağabeylerimi takip ettim. Başka hiç bir şey düşünmedim onlardan başka. Bu uzun hayatımda tek sevdiğim adamı ve onu kaybettiğimi düşünmedim. Sadece ailemi düşündüm. Ailemin geri kalanını.
Nereye gittiğimizi hiç düşünmedim. Sadece onları takip ettim. Arkamızdan bir arabanın tekerlerini yere süre süre geldiğini duyuyordum. Eşyalarımızı mı getiriyordu bu araba? Ağabeyim Kol'u mu taşıyordu? Ne önemi vardı eşyaların? Evimizden koparılmıştık bir kez daha. Benim yüzümden.
Ağabeylerim durduğunda ben de durdum. Nerede olduğumuzu bilmiyordum. Belli ki Klaus'ta bilmiyordu. O da Elijah'ı takip etmiş olmalıydı. "Neredeyiz?" Diye sormasından anlamıştım bunu.
"New Orleans'ın hemen dışında." Dedi Elijah oldukça kısık bir sesle "Arabayı bekliyoruz." Hiç birimiz bir şey demedik. Çok önemli bir konumuz daha vardı ama hiç birimiz uzun bir süre konuşmadık.
"Caroline?" Dedi sonunda Klaus sanki yeni yeni konuyu kavramaya başlamış gibi "Nasıl bulacak bizi?" Hiç bir şey söylemedim. Biliyordum nerede olduğunu. Ama söylemeli miydim? Hangisini isterdi o? Hem belki de Katerina'yı Mystic Falls'ta bulamamıştı ve başka yerlere sürüklenmişti. Ne yapmalıydım?
"Rebekah?" Dedi Elijah birden "Sana mutlaka söylemiştir." Birden kalbim çok hızlı çarpmaya başladı. "Söylemedi." Dedim ama sesim olması gerektiğinden çok daha titrek çıkmıştı. Hemen toparlamaya çalıştım "Yani ben-" Ama Klaus'un bakışları bana dönmüştü bile.
O bakışlar beni delip geçiyordu şimdi. O kadar ki kızgındı. O kadar ki korkmuştu. Kardeşlerimden birini hançerlemeden önce baktığı gibi bakıyordu bana.
"Söyle Rebekah." Dedi sakin gelen ama altında öfke yatan bir sesle. "Sadece annesinin mezarını arıyor. Söylemene kızmayacaktır."
Gözlerimi yumdum. Kapalı gözümden bir damla yaş aktı. Gözlerimi açmadım. Açamazdım. "Annesini-" Diyebildim titrek bir sesle ama devamı gelemedi. Ta ki Klaus beni iki kolumdan tutp sertçe sarsana kadar "Annesini aramıyordu." Diye tamamladım sözümü. "Katerina'yı arıyor tamam mı? Sana söyleyemezdi."
Gözlerimi açmayı inatla reddettim.Elijah'ın dudaklarından bir şaşkınlık nidası döküldü. Ama ben duydum, içindeki bir damla umudu.Sonra Klaus'un bir şeye tekme attığını duydum. "Nerede Rebekah? O nerede?" Diye bağırdı. "Mystic Falls adında bir kasaba." Diye bağırdım çaresizce. Gözlerimi açmadım. Sanki gözlerimi açsa tüm dünya yıkılacaktı.
Üzgünüm Caroline. Sana da, aynı ağabeyime ihanet etmek zorunda kaldığım için üzgünüm.
Bir kaç ay önce;
Vebalı hastalardan biri yine öksürdü. O kan kusarken hızla yanına gittim. Bu gün yine gönüllü hemşirelik yapıyordum. Ama artık burada olmamın başka bir nedeni vardı.
Artık Genevieve için buradaydım. Burada hemşirelik yapan oldukça güçlü bir cadı. Ona ihtiyacım vardı. Ağabeyim Klaus, Marcellus ve benim ilişkimi iyice engellemeye başlamıştı. Artık bu basıdan kurtulmalıydık. Onun gitmesi gerekiyordu. Bu yüzden Marcellus'la beraber bir plan yaptık;
Mikael'i buraya çağırıp Klaus'u kaçıracaktık. Böylece New Orleans bize kalacaktı. Ama onu bulmamız için bir cadıya ihtiyacımız vardı.
Kan kusan adamın ağzını bir mendille sildim. "Her şey geçecek." Diye fısıldadım. İnsanlara ezberletilmiş bir yalandı bu tabi ki de. İyileşmesine imkan yoktu.
Kız saçlı cadıya doğru bir kaç adım attım. "Bu akşam bir caz kulübe gitmeliyiz." Dedim gülümseyerek. Genevieve anlamamış gibi bana baktı.
"İkimiz mi?" Diye sordu şaşkın şaşkın." Yüzüme küçük bir gülümseme yerleştirip ona doğru birkaç adım attım. "Tabi ki de ikimiz hayatım. Bu kadar çalışıyoruz. Bence bir molayı hak ediyoruz."
Genevieve bir az utangaç bir şekilde hemen arkasında bir hastayla ilgilenen esmer kıza baktı. "Neden sen de gelmiyorsun?" Diye sordum tatlı bir sesle. Kızın yüzünde hemen bir gülümseme belirdi "Neden olmasın."
Böylece buluştuk. Bir kez, iki kez, beş kez derken çok yakın arkadaş olmuştuk. Ama arkadaşlıkları bana bir türlü Caroline'ın arkadaşlıkları kadar keyif vermiyordu. Bu durumdan en büyük pişmanlığım muhtemelen Caroline'ı da kaybedecek olmamdı. Eminim ki Caroline burada ağabeyimiz bir ömür sürmek yerine onunla kaçak hayatı yaşamyı tercih edecekti.
Bu akşam yine aynı caz kulübünde bir buluşma daha ayarlamıştık. Ama bu sefer sadece Genevieve ve ben. Diğer kızın hastanede olması gerekiyordu. Ve ben artık bunun doğru zaman olduğunu düşünüyordum.
Artık sormalıydım. Caz kulübünde her zaman oturduğumuz yere oturduk. İçeceklerimiz geldiğinde artık konuyu ona açmam gerektiğine karar verdim. "Genevieve benim için bir iyilik yapabilir misin?"
Yüzünü kocaman bir gülümseme kapladı. "Tabi ki Rebekah. Neye ihtiyacın var." Ona doğru biraz eğildim ve sesimi olabildiğince alçaltarak "Küçük bir büyüye." Diye fısıldadım.
Genevieve'in gözleri birden kocaman oldu. Destekleyici bir gülümsemeyle "Cadı olduğunu biliyorum aşkım." Dedim. Elini tutup sıktım. Hafifçe başını salladı. "Bir çağırma büyüsüne. Babam bizi çok küçükken terk etti. Onu özledim. Göremeye ihtiyacım var. Onun için bir çağırma büyüsü yapmanı istiyorum."
Bu sefer o eğilimi hafifçe sıktı "Tabi ki hayatım."
*
Bir kaç hafta sonra büyü hazır olma evresine yaklaşmaya başlamıştı. O akşamlardan birinde ailecek caz kulübüne gittik. Maalesef ben farkında olmasam da ağabeyim Marcellus'la birlikteliğimizi fark etmişti. O akşam artık birlikte olabileceğimiz açıkladı.
O anki vicdan azabımı tarif etmem imkansız. Marcellus'la hızla caz kulüpten çıktık ve doğruca Genevieve'in yanına gittik. "Büyüyü iptal etmelisin." Dedim ona.
"Yapamam." Dedi. "Büyü işleme girdi bile."
Bir hafta sonra Genevieve, Marcellus ve beni konuşurken duydu. "Beni kullandınız!" Diye bağırmaya başladı "Klaus bunu öğrendiğinde beni öldürecek! Klaus'a söylemeliyim. Belki de beni o zaman affeder!"
Ve böylece onu öldüren ben olmak zorunda kaldım.
1999;
İçimdeki vicdan azabı yeniden büyüdü. Araba gelmişti ve rotası Mystic Falls'a çevrilmişti. Hem o vicdan azabı hem de Marcellus'un acısı beni yaktı. Klaus bunlara benim sebep olduğumu asla öğrenmemeliydi. Bunları saklamalıydım. Son nefesime kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Klaroline)
FanfictionAsırlar boyu süren, dur durak bilmeyen, kanlı bir aşk hikayesi... KLAROLİNE