İşte gecikmeli bir yeni bölüm. Aynı zamanda bu bölüm 1900 lerin son bölümü. Umarım beğenirsiniz.
İyi okumalar...1920; Şikago; Katherine Pierce:
Caroline için 1 yıl boyunca Dünya'nın her yerinde Mikaelsonları aradım. Caroline ve ben eskisi gibi. Ama ben eskisi gibi değildim. Ve bu yüzden Caroline'la birlikte olmak eskisi gibi mutluluk vermemişti. İçimde bir yerlerde hep Katarina'yı aramıştı ama o artık yoktu.
Aynı Klaus gibi. Sanki yer yarılmış içine girmişti. Onu bulmak imkansız gibi bir şeydi. Onu hiç bir yerde bulamamıştık.
Caroline artık umudunu yitirdiği bir anda onu artık aramamamız gerektiğine ikna ettim. Aramızdaki tüm borçlar kapanmış bir şekilde ayrıldık.
Ve ben hayatıma geri döndüm. Bir az eğlenmek için Şikago'ya geldim. Bir kaç dolaşacak, bir kaç yakışıklı erkeği yatağa atacak, kanlarını emecek ve karnım tok bir şekilde buradan ayrılacaktım.
Siyaha saçlarımı düzleştirip, siyah beyaz bir elbise giydim. Bardan içeri girip yüzleri taradım. Yakışıklı bir insan istiyordum. Eğlenebileceğim bir insan. Yakışıklı...
Ama aradığım şey yerine bambaşka bir şey gördüm. Niklasu Mikaelson karşımdaki masada oturuyordu. Onu o kadar uzun süre aramıştık ki tam vazgeçmişken onu bulmak. Fazla tesadüfi ama harika bir şeydi.
Ve yanında oturan adam... Elijah Mikaelson. Aynı hatırladığım gibiydi. Caroline'ın bana söylediği gibi. Her zamanki siyah takımlarından giyinmişti. Saçları her zamanki gibi dümdüz taranmıştı ve o her zaman ki dik duruşu üstündeydi.
Çok geç değerini anladığım o beyefendi. Yanına gitmek istedim. Adımlarım beni oraya yönlendirdi. Ama gidemedim. Ben hayatta kalmalıydım. En önemli şey buydu. Kendimi Klaus'un önüne atamazdım.
Sadece uzaktan bakıp izlemek istiyordum. Elijah'ı izlemek. Buraya yapmaya geldiğim hiç bir şeyin önemi kalmamıştı.
Henüz yaşadığım bu anın etkisinden kurtulamamıştım ki kol kola girmiş iki kişi masaya geldi. Stefan Salvatore ve Rebekah Mikaelson.
Bunca yıl sonra yeniden Stefan Salvatore. Zamanında gerçekten aşık olduğum bu iki kişinin şu an burada olması; dehşet vericiydi. Veya ironik.
Ve o an Rebekah'nın boynundaki ışıltıyı gördüm. Benim kolyem. Stefan, benim kolyemi ona vermişti. Kalbimin derinlerde bir yerlerde incindiğini hissettim. Ama hiç bir tepki vermedim. Ağlayamazdım. Yanlarına gidemezdim. Yapabileceğim hiç bir şey yoktu.
Arkamı dönüp bardan çıkmaktan başka hiç bir çarem yoktu.
*
Hızlıca oteldeki odama dönüp elime kağıt ve kalem alıp Caroline'a bir mektup yazdım. Bunu bilmeye ve gelip ailesine kavuşmaya hakkı vardı. Ama ben burada olamazdım. Bunca yıl sonra her şeyi değiştiremezdim. İçimde yarattığım yeni kadını öldürüp, kendime verdiğim sözleri çiğneyemezdim. Bu nedenle mektubu postaya verdim ve Şikago'dan ayrıldım.
Caroline Mikaelson; Dünya'nın herhangi bir yeri:
Katherine'in yanından bambaşka bir insan olarak ayrıldım. Tüm umutlarım yıkılmış ve tutunacak hiç bir şeyim kalmamıştı. İlk önce duygularımı kapatmayı düşündüm ama sonra bunun ne kadar anlamsız bir şey olduğunu hatırladım. Sonra kalbime kazık saplamak geldi aklıma "Peki ya bulursam düşüncesi." Tuttu beni. Daha sonra kendimi kurutmak istedim ama bunu yapacak gücü bulamadım kendimde. Ölü gibi uyumak istemedim. Ve böylece sadece kabuğuma çekildim. Sadece onların bana gelmesini beklemeye başladım.
Ve bir gün geldiler de. Küçük bir zarfın içinde elime tutuşturuldular. Katarina'dan yazıyordu zarfın üstünde. Hemen yırtıp açtım ve küçük kağıt parçasındaki yazıyı okudum.
Niklaus burada. Şikago'da. Rebekah ve Elijah'da öyle. Ama şu bahsettiğin çocuğu görmedim. Marcellus'tu sanırım. Ben gidiyorum. Sana ailenle güzel bir yaşam dilerim. Elveda Mikaelson.
Katherine Pierce
Eşyalarımı bile toplamadan yola koyuldum. Kısa sürede Şikago'ya vardım. İlk bulduğum insanın yolunu kestim "Klaus Mikaelson?" Dedim sorar gibi "Onu tanıyor musun?"
"Tanıyorum tabi ki." Dedi adam. "Onu herkes tanır." Bana Klaus'un çoğunlukla gittiği bir barın adresini vardı.
Kalbim öylesine hızlı çarpıyordu ki. En umutsuz zamanımda bulmuştum yine onları. Hızlı adımlarla bara girdim. Umut dolu gözlerle etrafı tarıyordum ki dona kaldım. Barda kimse yoktu. En azından yaşayan kimse. Her yer kanı emilmiş cesetlerle doluydu.
Tek tek cesetlere baktım. Masaların üstünde gözlerimi gezdirdim. Bu sefer beynim algılamakta zorlanıyordu. Belki de anlamak istemiyordu.
O son ana kadar için için bildiğim şeyi inkar ettim. O yırtık, eskimiş kağıdı görene dek. Kağıdı elime aldım. Tersine çevirdim. İkiye ayrılmış yüzüm vardı karşımda.
Bunun anlamını biliyordum. Gitmişlerdi.
Kendimde hiç güç bulamadım. Çığlık atmadım bu sefer. Haykırmadım. Onlara yetişebilmek için son hızımla koşmadım. Çünkü onları bulamayacağımı biliyordum artık.
Sadece yere bıraktım kendimi. Çaresiz hissediyordum. Yırtık kağıt parçasını göğsüme bastırarak ağladım. Çünkü artık o Klaus'tan bana kalan tek şeydi. Sessizce ağladım. İçimdeki ses çığlıklar attı belki ama asla dışarıya çıkamadı bu sesler.
Ben işte o gün değiştim. Patavatsız bir kız oldum o gün. Ne söylediğime hiç dikkat etmedim. Çünkü bu pek de önemli değildi. O gün hep gülümseyen bir kız oldum. Çünkü acı çok fazla geldi. O gün sadece kafamı dağıtacak aktiviteleri önemsemeye başladım. Çünkü başka türlü hayatta kalamazdım. Be o gün tamamen değiştim. Kötü birisi olmadım. Hatta belki daha eğlenceli oldum. Ama değiştim işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Klaroline)
FanfictionAsırlar boyu süren, dur durak bilmeyen, kanlı bir aşk hikayesi... KLAROLİNE