Bir az kısa oldu. Kusura bakmayın. Umarım beğenirsiniz.
İyi okumalar...
NOT:Multimedya'da Klaus var.
----------------------------------------------------------------------------------------Gitmeliydim artık. Katherina'yı bulmayı gerçekten istiyordum. Nerelerde olduğunu merak ediyordum. Hayattaysa onu son kez görmek istiyordum. Öldüyse ise mezarına bir çiçek bırakmak.
Ama Klaus'un bunu bilmemesi gerekiyordu. Yoksa onu öldürürdü. Ama aklıma bunun için hiç bir şey gelmiyordu. Benim bütün hayatım burasıydı. Tek ailem de Mikaelsonlar dı. Neden gidiyorum diyebilirdim ki?
Kendim bir şey bulamadığım için Rebekah'dan yardım almaya karar verdim. Nasıl olsa o, Klaus'tan bir şeyler saklamakta uzmandı.
Sabah çıplak bedenimi yorganla örterek hala uyumakta olan Klaus'un yanından kalktım.
Üstümü giyinip saçımı düzelttim ve topuklu ayakkabılara rağmen parmak ucunda yürüyerek odadan çıktım.
Hızlı adımlarla Rebekah'nın odasına gittim ve kapıyı çaldım.
Bir kaç hızlı adım sesi ve patırtıdan sonra saçı dağınık ve üstüne zar zor geçirilmiş bir gecelik giyen Rebekah karşıma çıktı.
"Bi sorun mu var?" Diye sordu gülümseyerek.
"Aslında sana bir konuda danışmam gerekiyor." Dedim.
Odasına bir göz attı. Ben de onun arkasından kaçamak bir bakış attım. Marcellus arkadaki yatakta uyuyordu. Çıplak bir şekilde. Sadece yorgan bazı yerlerini örtmüştü.
Kafasını yeniden bana çevirip oda kapısını kapatıp hole çıktı ve "Söyle." Dedi.
Ben de ona yapmak istediğim şey anlattım. Sonunda da "Sakın Klaus'a bundan bahsetme." Demeyi unutmadım.
"Peki." Dedi yüzünde düşünceli bir ifadeyle "Bir düşünelim."
Bir süre sessizce bekledik. Koridordaki tek ses benim topuğumu yere vurma sesimdi.
"Ona annenin mezarını aramak istediğini söyleyebilirsin." Dedi coşkulu bir sesle. Sanki neden herkes Klaus'a komplo kurmaya bu kadar meraklıydı ki? Ben mecbur olmasaydım hayatta yapmazdım.
"Ya benimle gelmek isterse?" Diye sordum telaşla.
"Eğer isterse ona bunu tek başına yapmak zorunda olduğunu söyle. Bunu sorumluluk olarak gördüğünü. Artık yapman gerektiğini."
O konuşuyordu ve ben sürekli başımı tamam anlamında sallamakla yetiniyordum.
*
Ve her şeyi aynı Rebekah'nın dediği gibi yaptım. Klaus sonunda gönülsüzce olsa da gitmeme izin vermişti.
Bu arada Rebekah sadece benim için bu fikri bulmakla kalmamış bir de benim için Katherina hakkında küçük bir araştırma yapmıştı.
Artık ölmediğini biliyordum. Uzun yıllar önce de olsa Mystic Falls'da görülmüştü. Yani aramaya nereden başlayacağımı biliyordum.
"Dönüceksin değil mi?" Diye sordu Klaus endişeyle. Atık kapıdaydık. Ben gitmek üzereydim ve şimdi vefalaşma vaktiydi.
"Tabi ki döneceğim. Seni asla bırakmam." Dedim gülümseyerek. Elleri arasındaki yüzümü okşadı.
"Bir daha beni bırakmandan korkuyorum." Diye fısıldadı etraftakilerin bizi duymamasına özen göstererek.
"Merak etme. Seni terk ettiğim yok. Annemin mezarını bulacak onun için çiçekler bırakacak ve döneceğim. En fazla bir ay."
"En fazla bir ay." Diye fısıldadı umutla.
Başımı yukarı aşağı salladım. Sonra dudaklarımız birleşti ve öpüştük. Ama o hala beni sıkı sıkı tutuyordu.
"Biliyorsun. Bırakmak zorundasın." Dedim buruk bir gülümsemeyle. "Biliyorum." Dedi ve yanağıma bir öpücük kondurup beni bıraktı.
Elijah'a sıkıca sarıldım "O haklı. Bizi bırakma bu ailenin Caroline Mikaelson'a ihtiyacı var." Dedi.
"Ailemi asla bırakmam." Diye cevap verip ondan ayrıldım.
Sonra Marcellus'a sarıldım ve ondan da ayrılıp son olarak Rebekah'yla vedalaştım.
Şöför eşyalarımı arabaya yerleştirirken ben de bindim. "Eh-Sonra görüşürüz." Dedim gülümseyerek. Onlardan bir ay için bile olsa ayrı kalmak benim için zordu. Ama göz açıp kapayıncaya kadar geri dönecektim sonuçta.
Araba hareket etmeye başladığında onlara el salladım. Klaus'un gözünde bir damla yaşın biriktiğini gördüm ama akmasına izin vermeden sinirle oradan ayrıldı. Bir kaç saniye sonra araba uzaklaşmıştı zaten.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Klaroline)
FanfictionAsırlar boyu süren, dur durak bilmeyen, kanlı bir aşk hikayesi... KLAROLİNE