Hafta sonuyla beraber yeni bölüm de geldi. Hafta sonu boyunca 1 veya 2 bölüm gelebilir. Umarım beğenirsiniz. İyi okumalar...
NOT: Multimedia'da Klaroline...
--------------------------------------------"Hayır!!!" Diye bağıdı Klaus tüm sesiyle. Gözlerinden yaşlar akıyordu ve nefesi düzensizleşiyordu. Ben ise hiç bir şey yapamıyordum. Kahretsin! Her zamanki gibi hiç bir şey yapamıyordum. Ona yardım etmek için elimden gelen bir şey yoktu. Ona yaklaşmaktan korkuyordum. Çünkü korktuğum yüzünü gün önüne çıkarmıştı.
Bir kez daha "Hayır!" Diye bağırdığında benim yüzümden bir yaş daha düştü. Ellerim gibi göz yaşlarım da titriyordu artık. Ne kadar normal olabilirdim ki. Ölü, küçük bir bedene bakıyordum ben. Küçücük bir çocuğa. Ondan önce ölmesi gereken çok fazla insan vardı. Hem yaş hem de kalp olarak. Hanrik'in çok temiz bir kalbi vardı.
Klaus "Hanrik!!!" Diye bağırdığında kendi Klaus'un kine göre minicik kalan acıma ara verip ona karşı olan korkumu yendim. Ve kendi titrek ellerimi onunkilerin üstüne yerleştirdim. Dikkati sonunda bana kaydığında acısını paylaştım. Gözleri o kadar anlamlı bakıyordu ki. "O öldü." Dedi titrek sesiyle.
"Biliyorum Klaus." Dedim. Elimle onun elini okşadıktan sonra "Ama onu kampa götürmeliyiz." Diye ekledim. Soğuk kanlı olmaya çalışıyordum. Belki bu ona yardım etmemi sağlardı.
"Onu götürmek istemiyorum." Deyip başını iki yana salladı. Küçük bir çocuk gibi görünüyordu ve ben ona izin vermek istiyordum ama yeterince vermiştim. Artık Hanrik'in cesetini kampa götürmemiz gerekiyordu.
"Biliyorum. Ama bunu yapmalıyız." Dedim elimi yüzüne doğru çıkararak. Başını öne arkaya sallayarak beni onayladı ve yavaşça ayağa kalkıp Hanrik'in bedenini kavrayıp onu kucağına aldı.
Kampa kadar hiç konuşmadan yürüdük. Kampa vardığımızda Klaus "Yardım edin!" Diye bağırdı. Yavaş yavaş insanlar dışarı çıkarken ilk çıkan Rebekah olmuştu. Gören herkesi hüsrana uğratan bir görüntüydü. Mikaelson kardeşlerinden kim onun cansız bedenini görürse göz yaşlarına boğuluyorlardı. Esther'in ise durumu daha kötüydü. Kendini yerden yere atmaya başlamıştı. Hiç bir çocuk annesinden önce ölmemekiydi. Eğere benim karnımdaki bebeğim ölseydi ne yapardım bilmiyordum. Ben ona henüz alışmamışken böyle düşünüyordum. Esther'in yaşadıklarını ise tahmin bile edemiyordum.
Hanrik'i en son gören Mikael'dı. O hepsine göre farklı bir tepki vermişti. Mikael'den beklenecek bir tepki. "Hepsi senin yüzünden." Diye bağırdı Klaus'a "Senin yüzünden benim oğlum öldü." Diye devam etti.
Ben ise bu sefer olayların yakınına bile gitmiyordum. Çünkü bu bir trajediydi. Ailenin en küçük çocuğunun ölmesi. Çok korkunçtu bu.
Gözümden birkaç yaş akarken kimsenin duyamayacağı şekilde fısıldadım "Huzur içinde yat Hanrik."
Tatia'dan;
Çok acıydı bu olanlar. Zavallı çocuk. Zavallı sevgilim. Ne kadar da üzülmüştü Hanrik'in yerde yatan camsız bedenini gördüğünde. Ve şimdi zamana ihtiyacı vardı. Ben de ona bu zamanı vermek için kendi çadırıma gelmiştim. Annem ve babam henüz ortalarda yoktu. Hava kararmaya başlamıştı. Bu yüzden yakında geleceklerini umuyordum.Bu sırada ben saçımda ki son tokatı çıkarmıştım. Bir az rahatlamak ve resim yapmak için minderlerden birinin üstüne oturdum. Bana resim yapmayı çocukluk arkadaşım Klaus öğretmişti. Resim yapmanın muhteşemliğini bana o göstermişti.
Şimdi de bu benim içimi rahatlatan huzur bulmamı sağlayan şeydi. Elime kağıt parçasını ve kömürü alıp resmin ana hatlarını oluşturdum. Küçük arkadaşım Hanrik'in yüzü yavaşça kağıtta şekilenirken artık onu sadece resimlerde görebileceğimi hatırladım. Gözümden küçük bir damla yaş akıp kağıdı ıslattı. Bu gün onun için hiç ağlamamıştım. Ama artık içimi dökme zamanıydı. Aram onunla çok iyi çalışmazdı ama burada söz konusu olan küçük bir çocuktu. Ayrıca Elijah'ın kardeşiydi.
Çadırın perdesinin çıkardığı hışırtıyı duyunca ellerimin tersiyle hızlıca göz yaşlarımı silip resmi minderin arkasına sakladım ve ayağa fırladım. Annem ve babamın geldiğini düşünmüş ve ağladığımı görmelerini istememiştim. Ama karşılaştığım manzara çok farklıydı.
Karşımda Esther duruyordu. Ama sanki onu hiç tanımıyormuşum gibiydi. O tatlı kadın değildi. Gözünü hırs bürümüştü. Ayrıca dik ve ciddi duruşu da karşımdakinin tanıdığım Esther olmadığını kanıtıydı. "İyi misiniz?" Diye sorduğumda. Sanki beni hiç duymamış gibi konuşmaya başladı "Ben bu gün bir oğlumu kaybettim. En küçük oğlumu." Tüm ciddiyetine rağmen gözünden yaşlar akıyordu.
"Biliyorum..." Diyerek ona destek olmaya çalıştığımda beni duymamış gibi devam etti "Ve başka bir çocuğumu kaybetmeyeceğim." Yavaş yavaş bana doğru yürürken konuşmayı kesmiyordu "Benim cadı olduğumu kasabada bilmeyen kalmadı sanırım. Ve bir cadı olarak büyü yapmak gayet de hakkım." Küçük bir kahkaha atıp "Aslında bunun için Caroline'ı düşünmüştüm ama sonra onun bana ettiği yardımları hatırladım. Ayrıca senden daha çok nefret ediyor ve Elijah'ı korumayı daha çok istiyorum." Dedi. Söylediklerinin tek kelimesini bile anlamıyordum ama korkuyordum. Ses tonu bile ürkütücüydü.
Beni saçımdan yakalayıp geriye doğru çekti. Çığlık atmayı denedim ama yapamadım. Bir güç beni engelliyordu. Bu Esther'in büyüsü olmalıydı.
Elbisesinin altından bir bıçak çıkardığında gözlerim kocaman açıldı. Bıçağı boğazıma dayadığında çırpındım ama çırpındıkça o beni daha aşağıya çekti. "Üzgünüm Tatia. Ama bir kurban olmalı. Çünkü ben bir daha hiç bir çocuğumu kaybetmiycem." Dedi ve bıçağı boğazıma bastırdı. Boğazımdan kanlar akarken ellerini yukarı kaldırmış bir büyü aracılığıyla kanımı aldığını fark ettim.
Gözlerim karardığında hala sesleri duyabiliyordum. "İs mathos frimos." "La ometha i de..."
Saniyeler sonra Elijah'ın çadırdan içeri girmesini hayal ediyordum. Ve son ana kadar umut ettim ama o gelmedi. Ve sonunda bedenimi taşıyamadım. Kafamın yere sertçe çarpmasını hissettikten sonra bilincim kapandı...
--------------------------------------------
Bölümü beğendiniz mi? Bölümle ilgili yorumlarınızı bekliyorum. Görüşürüz... :D
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Klaroline)
FanfictionAsırlar boyu süren, dur durak bilmeyen, kanlı bir aşk hikayesi... KLAROLİNE