Merhaba arkadaşlar. Bu hikaye Vampir Günlükleri ve The Originals karakterleri olan Carolin ve Klaus'tan esinlenerek yazılıyor. Ama kurgu aynı değil. Sadece karakterler ve bağzı küçük detaylar benziyor. Her neyse umarım beğenirsiniz. Sizi Klaroline'la baş başa bırakayım...
NOT: Multimedia'da Caroline var...
1021;
Gecenin karanlık saatlerinde patırtı ve bağırış sesleriyle kafamı yastığımdan kaldırdım. Annem yanımda ki yer yatağında hala uyuyordu. Ama ben sesleri duymaktan kendimi alamıyordum. Hızla tüm bedenimi yer yatağından kaldırdım ve uzun geceleğimle kendimi çadırdan dışarı attım. Gecenin karanlığında tek bir mum ışığı bile yoktu. Hiç bir çadırda tek bir mum yanmıyordu. Sadece ilerde Mikaelson'ların çadırından küçücük bir mum ışığı yükseliyor ve ağlama sesi duyuluyordu. Koşar adımlarla çadıra gittim ve çekine çekine çadırın perdesini araladım.
Mikaelson'ların tek kızı Rebekah yere oturmuş, dizlerini kendisine çekmiş, başını gömmüş ağlıyordu. Benim geldiğimin farkına bile varmamıştı. Onun yanına oturup elimi hafifçe omzuna koydum. Ancak o zaman beni farkına vardı.
Kafasını kaldırıp bana baktığında "Sorun ne?" Diye sordum.
"Babam..." Dedi hıçkırıklarının arasından "...Yine Klaus'u dövüyor!" Klaus ailenin gayrimeşru çocuğuydu. Esther Mikaelson'un başka bir adamdan olan çocuğu. O çocukta olağan üstü bir şey olduğunu farkındaydım ama ne olduğunu çözemiyordum.
Uzun bir sessizlikten sonra "Neredeler?" Diye sordum. "Ormanda." Dediği anda ayağa kalkıp perdeye doğru yöneldim. Perdeden çıkmadan önce "Burada kal. Ve kardeşine sahip çık!" Dedim. Rebekah bu kamptaki en yakın arkadaşımdı. İyi bir kızdı. Bir de onların küçük bir kardeşi vardı. Tabi bir de Kol ve Finn. Onlar da kardeşlerdendi...
Ormanın derin karanlığına doğru koşarken sesleri dinlemeye çalışıyordum. Kısa süre sonra ağaçların arasında üç erkek sulieti seçmeyi başardım. Yaklaştıkça sesler de görüntü de daha çok netleşiyordu. Bir süre sonra yanlarındaydım. Mikael Mikaelson, Klaus'a bağırarak üstüne yürüyor, en büyük abi Elijah ise aralarına girmeye çalışıyordu.
"Napıyorsun?" Diye bağırdım Mikael Mikaelson'a.
Ama ben onun umrunda bile değildim. Klaus'a "Seni öldüreceğim!" Diye bağırıyordu. "Doğduğun güne lanet olsun! İğrenç köpek!" Bir kez daha üstüne yürüyünce Elijah araya girdi ama çok geçmeden onu ittirdi ve Klaus'a ulaştı. Tam ona vuracaktı ki koşarak aralarına girdim ve "Yapma!" Diye bağırdım. Beni görünce elini indirdi ve az önce kocaman olan gözlerini kısarak "Caroline, annenin yanına dön ve bu işe karışma." Dedi ama ben aradan çekilmedim ve "Hayır!" Dedim.
Korkumun gözlerimden okunduğunu biliyordum. Ayrıca titriyordum da ama böylesine masum bir çocuğun bunları yaşamasına seyirci kalamazdım. Sonuçta babasını o seçmemişti. Gayrimeşru çocuk olmayı o istememişti...
Deli cesaretiydi benimkisi. Öyle manyak bir adam beni umursamayabilirdi. Önce bana vurup sonra Klaus'u dövebilirdi. Ama neyse ki merhametli bir günündeydik.
Bir süre o şekilde bekledik ama bekledikçe benim korkum artıyordu. Sonunda bana bakarak "O halde şu iti götür önümden." Dedi ve arkasını dönüp uzaklaştı. Ben hızlıca nefes alıp verirken Elijah yanıma gelip "İyi misin?" Diye sordu. Bu sırada beni kontrol etme amacıyla eliyle kolumu tutuyordu.
Nefesimi düzene soktuktan sonra "İyiyim. Teşekkürler." Dedim ve iki kardeşin arasından çekildim. "Sen çadıra dön abi." Dedi Klaus. -Aksanı gerçekten müthişti ve bu onu çekici yapıyordu.-
"Peki Klaus. Sen de bu gece çadıra gelme. Ben babamın siniri geçince haber veririm." Dedi, sonra da kardeşine sarıldı. Ayrıldıktan sonra da arkasını dönüp gitti.
Klaus kardeşinin arkasından bir süre baktıktan sonra bana dönüp "Teşekkür ederim. Sana minnettarım." Dedi. Ona doğru bir kaç adım atark "Önemli değil." Dedim "Sadece doğru bildiğim şeyi yaptım."
"Yine de minnettarım." Dedikten sonra arkasını dönüp yürümeye başladı. Tam gitmek üzereydi ki "İstersen bu akşam bizim çadırımızda kalabilirsin." Dedim. Sesimi duyunca bir an duraksadı. Sonra da bana dönüp yavaş adımlarla yanıma geldi. "Emin misin?" Diye sordu çarpık bir gülümemeyle. Hafifçe yutkunduktan sonra başımı olumlu anlamda salladım -Onda çekici bulduğum tek şeyin aksanı olduğunu söylemiş miyidim? Geri kalan her halinden korkardım.-
Bu konuşmadan sonra ormandan çıktık ve sessizce çadıra gittik. Onu sedire oturtup bir tane mum yaktım. Yüzü mum ışığında aydınlanmış yaraları ortaya çıkmıştı. Elimi hafifçe yüzünde gezdirdikten sonra. "Şunlara bir baksam iyi olacak" Deyip kutulardan birinden sargı bezi ve merhemler çıkardım. Annemi uyandırmamaya özen göstererek yanına oturdum ve yüzünü merhemlemeye başladım.
Bir süre emin olamasam da sonunda merakıma yenik düştüm ve "Senden neden bu kadar nefret ediyor?" Diye sordum.
Yine aynı çarpık gülümsemeyle ve bir az da kaşlarını çatarak "Bence nedenini biliyorsun. Hm?" Dedi
"Yani biliyor sayılırm. Onun oğlu olmadığını biliyorum. Ama bu yeterli bir neden değil. Başka bir şey olmalı"
"Mikael için bu yeterli. Ayrıca beni bir canavar olarak görüyor." Dedi. Sesi sonlara doğru kısılmıştı.
Küçük bir gülümsemeyle kafasını son sargı bandını tutturdum ve "Bence sen bir canavar değilsin." Dedim.
Bunun üstüne çarpık gülümsemesi kayboldu ve sadece çatık kaşları kaldı "Öyleyim." Dedi. "Ben bir canavarım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE (Klaroline)
FanfictionAsırlar boyu süren, dur durak bilmeyen, kanlı bir aşk hikayesi... KLAROLİNE