"Kanımın akmasını ve kafama vurulmasını sevmediğimi, bu akşam senin sayende öğrenmiş oldum İngiliz," dedi ve gözlerini öfkeyle soluyan Eider'e çevirdi. Artık onun bir şeyler yapmasını bekliyordu, çünkü kendisi bir çıkış yolu bulamamıştı ve gerçekten boğazı acımaya başlamıştı.
Eider ise öfkesini kontrol edemiyor ve genç adamın hassas bir noktasını ya da anını kolluyordu. Fakat karşısında duran adam açısını özenle ayarlamış, ayaklarını güçlü ve son derece sağlam bir şekilde konumlandırmış, bedenini Eric'in arkasına saklamıştı. Zayıf yapısı, onu kurtaran avantajı olmuştu. Eider, onu hedef olarak alamıyor Eric'e zarar vermekten korkuyordu.
"Size küçük kız kardeşinizin elimizde olduğunu söylesem, bu bilgi bir şeyleri değiştirir miydi lordum?" dedi alaycı ve tehdit eden bir sesle. Eider, onu artık kana susamış bir adamın acımasızlığıyla öldürebilirdi. Küçük Lisa'sına kimse dokunamazdı. Hele bir İngiliz, asla dokunamazdı!
"O nerede?"
Eider gerçekten kükremiş, sesi gemiyi sallamıştı. Rose onun sesindeki ölümün davetini, kini ve nefreti hissedebiliyordu. Ve şimdi, doğru bir seçim yaparak onun kardeşini kaçırdığı için kendisiyle gurur duyuyordu.
"Sizin de hassas bir noktanız varmış lordum, anlatılanın aksine kalpsiz değilmişsiniz."
Rose onu sinirlendirdiğinin farkındaydı çünkü Eider McDuck'un öfkeli nefesini duymakta zorlanmıyordu. Öldürdüğü ve acı çektirdiği her İskoç, ruhunun rahatlamasına neden oluyordu. Ama bu adamda tersini hissetmesine neden olan bir şey vardı.
Eider sıktığı dişlerinin arasından konuşmaya çalışıyor, Eric'in hayatını tehlikeye atmak istememesine rağmen gözü hiçbir şey görmüyordu. Kim olduğunu bilmediği bu adamın, kendi elleri arasında ölmesini istiyordu.
"Unutma İngiliz, herkesin hassas bir noktası vardır!" dedi uyarırcasına Eider, Rose onu öldürmek için yanıp tutuşan adamın hararetli seninden irkildi. Çok iyi bir savaşçı olsa da karşısında duran iki adama karşı pek şansı yoktu, onlara karşı birkaç dakikadan fazla dayanamazdı.
Eider, Eric'in hareket etmeye çalıştığını ve ayaklarının yerini sağlamlaştırmaya çalıştığını görerek kendisini ona göre ayarladı. Bu arada, genç adamın dikkatini kendi üstüne çekmek için sağa sola hareket ediyor ve kendisi için en uygun pozisyonu alıyordu.
"Eider!"
Eric şaşkındı ve öfkesi giderek artıyor, kulaklarının uğultusundan başka bir şey duymuyordu. Eric ona bir şeyler anlatmak için uğraşıyor, öfkesi boğazını sıkıyor ve çaresizliğinden doğan utancı iki katına çıkıyordu. Ama Eider, onun neden renkten renge girdiğini ve homurdandığını anlayamıyordu. Sadece onun da büyük bir öfke nöbetine tutulduğunu düşünüyordu.
"Ne var Eric?" dedi Eider sabırsızca.
Eider, onun yüzünde oluşan kahkaha izlerine anlam veremiyordu. Eric çıldırmış gibi bakıyor, sinirle kısılan gözlerini hızla açıp kapıyor, bu olanlara inanmak istemiyordu. Sırtını geriye doğru büktü ve hissettiği şeyin doğruluğundan emin olmak istedi, canını riske atamazdı. Tek bir hata, gözlerini sonsuza kadar kapamasına ve Lisa'yı bir daha görememesine neden olabilirdi.
"Arkamda duran muhteşem savaşçı, benim dağlarla boy ölçüşen öfkemle tanışmak ister misin?" diyerek başını arkaya doğru çevirmeye çalıştı, çelimsiz savaşçının dikkatini dağıtmak istiyordu. Onun titrediğini hissettiğinde, bir cevap alacağını anlamış oldu.
"Hançerlerim boğazında dururken, bu kadar cesur olmana anlam veremiyorum ahmak herif!"
"Ben de göğüslerin sırtıma değiyorken, bu kadar cesur olmana anlam veremiyorum!" dedi ve Eider'e sesini duyurmaya çalıştı.
Eric, bastırmaya çalıştığı kahkahasının arasından "Dostum, onun hassas noktalarından ikisi, şu an sırtıma değiyor ve senin bunların hassaslığını kontrol etmek isteyeceğini düşünüyorum," dedi.
Karşısındaki bir kadın mıydı? Eider, bir kadının tuzağına düştüğünü daha yeni anladıkları için kızgındı ve aynı zamanda da rahatlamış hissediyordu. 'Kolay lokma,' diye düşündü içten içe, ama düşmanını küçük görmek her zaman en kötü sonucu doğuracak potansiyele sahip olduğu için duruşundan ödün vermedi.
Eric, arkasında duran kadının huzursuzluğunu hissettiği anda, boğazına bastırdığı iki eli tuttu ve onu hızla geminin tahta zeminine fırlattı. Birkaç kemiğinin kırılmış olmasını ümit ediyordu. Duyduğu gürültülü sesin ardından, o pisliğin hemen toparlanamayacağını çok iyi biliyordu.
Rose, havalanan bedeninin yere yüzüstü çarpışını ağır ağır hissetmiş ve buna engel olamamıştı. Ayağa kalktığında ise karşısında kalın bir duvar vardı ve başı kendi yerinde değilmiş gibi sallanıyor, dengesini sağlayamıyordu. İki adamı, karşısında on adam varmış gibi görüyor ve zayıflığına lanetler yağdırıyordu. Gözlerini kapadı ve kendine gelmeye çalıştı. Gözleri artık net bir şekilde görmeye başladığında, rahat bir nefes aldı. Şimdi daha güçlü ve iyi hissediyordu. Ama karşısında duran iki adamın ona toparlanacak kadar süre vermiş olmasına şaşırmıştı, bunu yapmalarının altında bir neden yatıyor olmalıydı.
"Hızlı mı? Yoksa yavaş yavaş mı ölmek istersin, seni pis fahişe?"
"İngiliz demenizi tercih ederim! Hançerlerim arkadaşının boğazına saplıyken daha tatlı bir ahmaktın İskoç, şimdi böyle öfke dolu olmana anlam veremiyorum!" dedi Rose korkusuzca.
Rose, konuşan kişinin onun rehin aldığı adam olduğunu biliyordu. Eider McDuck'un sesi, onun hayatı boyunca unutamayacağı ve karıştırmayacağı bir sesti. Bu nedenle, onu asla bir başkasıyla karıştırmazdı. Sarışın adamın öfkeli sesi ve hareketleri kanının kaynamasına neden oluyordu, tam olarak iyi hissetmese de ruhunun ateşi her şeyle boy ölçüşebilirdi. O fahişe değil, İngiltere'nin savaşçısıydı! O kesinlikle saygıyı hak eden bir kadındı.
Gözlerini Eider'e çevirdi ve sadece onu muhatap alarak konuşmaya başladı.
"Söylesenize lordum, kız kardeşiniz hızlı mı yoksa yavaş mı ölmesini tercih edersiniz? Benimle geliyorsunuz! Eğer kız kardeşiniz yetmezse şunu da söylemekten mutluluk duyarım, kalenizde adamlarım var ve bütün halkınızın hayatı benim yaşamama bağlı. Yani ben ölürsem..." Ayakları titriyordu ve başı yine dönmeye başlamıştı. Rose başını yere vurduğunu o an anladı ama konuşmasını bitirmek zorunda olduğunu biliyordu. İskoç onu bir çuval gibi yere fırlatmıştı ve şimdi içten içe onun sersemliğiyle alay ediyor olmalıydı. Ama onların eğlencelerini boğazlarına dizmek için konuşmaya devam etti.
"Ben ölürsem, sevdiğiniz ve değer verdiğiniz her şey benimle beraber yok olur," dedi ve derin bir nefes alarak adımlarını kontrol etmeye çalıştı. Titreyişleri giderek çoğalıyor, ayakta durmak gittikçe daha fazla çaba harcaması gereken bir hareket hâline dönüşüyordu.
Rose geminin kenarına dayanıp, elinde tuttuğu hançerleri son kez havaya kaldırarak, onlara kalan son gücüyle başkaldırdı.
Korkusuzca!
Eider, bu kadının kim olduğunu merak ediyor ve onu öldüremeyeceği için kılıçlarını tekrar yerine koymakla uğraşıyordu. Zaaflarına lanet ederek konuşmaya başladı. Sesinden, öfkesini kontrol etmeye çalıştığı çok açık bir şekilde anlaşılıyordu.
"Seninle geleceğim İngiliz, bizden ne istediğini bilmesem de seninle geleceğim!"
"Eider, dostum onun ne istediğini çok iyi biliyorum. İzin ver ona burada güzel bir dayak atayım ve onu İngiltere'ye baygın bir hâlde yollayalım," dedi Eric ellerini ovuştururken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
RomanceSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...