"Bunu yaptığım için, kendimi her gün öldürmek istiyorum," dedi ve oflayarak yastığına sert bir yumruk attı. Pişmandı... Onları böyle görmesinin tek sebebi, intikamla çevrelenmiş ruhunun, zamanında yapmış olduğu hatalardı. Şimdi ise aklında, ne geçmiş vardı ne de intikam... Olan sadece onların gençliğine ve güzel duygularına olmuştu. Yıpranmış ve körelmişlerdi, kardeşleri de kendisi gibi sevginin ne olduğunu bilmeden yaşamış ve işte bu yüzden şimdi de bocalamaya başlamışlardı.
"Savaş sadece kılıçlarla, hançerlerle ya da baltalarla yapılmaz Rose," dedi bilmiş bir tavırla ama gözlerinden akan yaşlar sesinin titremesine neden oluyorken, ellerini Rose'un sıcak bedeninden çekti ve ablasının güzel yüzünü elleri arasına alarak onu teselli eden dokunuşlarıyla sakinleştirdi. Gözyaşlarını siliyor, her seferinde başını ona doğru kaldırıp yaralı yüzüne ıslak ve kocaman öpücükler konduruyordu. Rose'dan aldığı gülücüklerle içi ısınıyordu.
"Ruhumu ortaya koymamı söylüyorsan, o şu an Eider'in peşinden koşuyor olmalı hatta kalbim de ayaklanmış onu izliyorken daha fazla ne yapabilirim bilmiyorum," dedi ve kardeşinin yüzünü tutan ellerinin üstüne, kendi ellerini koydu. Ona durumun içinden çıkılamaz bir hâl aldığını göstermeye çalışıyordu.
"İkimiz de acınası durumdayız," dedi Julie, ellerini aralarında döndürüyor ve durumlarının berbatlığını gözler önüne seriyordu. Kırmızı şiş dudaklar, ağlamaktan kızarmış gözler ve gururla, aşkla sarsılan bedenler yan yana yatarak tavana bakmaya başlamıştı.
"Tanrı, bizi izlemeyi ve bizimle oynamayı seviyor olmalı kardeşim..." dedikten sonra, Julie'ye sarıldı ve derin bir uykuya daldılar. İkisi de ağlamaktan ve düşünmekten yorulmuştu. Derin nefesleri odayı doldururken, güzellikleri onları izleyen meleklerin bile kıskançlıkla iç çekmesine neden oluyordu.
*
Edward, görkemli balo salonunu süzüyor gözleri iki korkutucu adama her takıldığında, korkuyla geri sıçrıyordu. Buna son vermesi gerektiğini düşünürken, insanların sessizleşmesiyle bir anda ortaya çıkan uğultuya doğru kulak kabarttı. Ve tahmin ettiği gibi İngiltere'nin saklı güzelleri gün yüzüne çıkmıştı. Edward balkonlardan içeri sızan gecenin karanlığına baktığında, onların gün yüzüne değil karanlığın ortasına düştüklerine karar verdi. Pis bir sırıtışla onlara doğru yürümeye başladığında, üstüne düşen iki gölgenin soğukluğuyla geri çekildi ve başını kaldırarak onlardan uzak bir köşede duran güzelliklerin sahiplerini gördü.
Lord Harold ve Lord McDuck!
Kahretsin!
Yüzündeki sarsılmaz maskesini koruyarak, yanında duran güzel kadına doğru döndü ve tüm ilgisini başka yöne vermeye çalıştı. Başarılı olmuştu, iki adam da âşık oldukları kadınlara doğru yürümeye başlamıştı ve koca balo salonu nefes almadan onları izliyordu.
Elbette ki kıskançlık içinde!
Rose beyaz bir gül gibi masum görünüyor, her erkeğin kalbinin arzuyla sıkışmasına neden oluyordu. Derin göğüs dekoltesi, Eider'i çıldırtsa da balo salonu bu manzara karşısında oldukça memnun görünüyordu. Eider, elbisenin açık olan tek yerinin göğüs kısmı olduğunu bilmesine rağmen, Rose'u çıplakmış gibi görüyor ve yere oturup sinirle saçlarını yolmak istiyordu.
Julie ise mavi elbisesinin içinde masallardaki prensesleri kıskandıracak bir güzellik sergiliyordu. Kızıl düz saçlarının her yüzüne düşüşünde, tüm salon nefesini tutup Julie'nin saçlarını geriye savuruşunu izliyordu. Derin sırt ve göğüs dekoltesiyle, Rose'u gölgede bırakıyordu. Harold, o an onun ayaklarının dibine çökmek ve Julie'nin ellerindeki beyaz eldivenleri o çıldırana kadar dişleriyle çıkarmak istiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
Storie d'amoreSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...