Bu, 'sen öyle düşünmeye devam et' demenin bir başka yoluydu. Rose, gözlerinin dolduğunu anladığında yere tükürdü ve üzüntüsünü siniriyle beslemeye çalıştı. Resmen ona bir öpücük için yalvarmış ve karşısında bebekler gibi ağlamıştı. Ellerini saçlarına daldırıp çekiştirmeye başladı, aklını başına toplamalıydı. Kendisini tanıyamaz olmuştu, içindeki boşluğun bu kadar derin olduğunu bunca zaman nasıl anlayamamıştı? Eider'le tanıştığından beri gördüğü Rose, başka bir kadın gibiydi. Asla yapmam dediği şeyleri yapıyor ve bir kadın gibi davranıyordu. Kadın gibi hissetmek istiyordu, lanet olsun ki istediği şey onun kadını olmaktı. Bunu istediği için huzursuzca kendisine küfürler yağdırdı, hırsını alamadı ve kendisini bu hâle getiren kurdun oğlu da geniş küfür yelpazesinden nasibini aldı. Ellerini dudaklarına götürdü ve ağzını hırsla sildi, kırmızı dudakları özlemle sızlıyordu. Öpüşmek, gerçekten tüm kadınların anlattığı gibi cennete adım atmak gibiydi ama Rose bu öpücüğün sonunda hem cenneti hem cehennemi tatmıştı. Eider McDuck'u öpmek ise cennette dans etmeye eş değerdi. Öpücüğün sonrasında karşısına çıkan Eider McDuck ise cehennem zebanisinin ta kendisiydi.
Sen akılsız bir kızsın Rose! Savaş, sadece savaş... Onunla, sevişmeyi değil savaşmayı hayal et.
Rose atının üstünde ilerlerken, Eider'le savaşmayı değil sevişmeyi hayal ettiğini fark etti ve başını iki yana sallayarak düşüncelerinden kurtulmaya çalıştı. Ama hayalindeki çıplak Eider, hâlâ üstündeydi ve tüm vücudunu öpmeye devam ediyordu.
Lanet olası aşağılık herif! Sana bunu ödeteceğim!
Konuşmadılar, ikisi de sinirli ve düşünceliydi. Bundan sonra nasıl davranmaları gerektiğinin farkındaydılar. Yalanlarla çizilmiş bir evliliğin, ateşli öfkesini tadıyorlardı. Rose bundan sonra söylenen hiçbir şeye inanmayacaktı, çünkü sonuçlarına katlanmak gerçekten zor oluyordu. Eider'in kanıtlamalarına katlanabilirdi hatta bundan zevk alabilirdi ama yalanlarla savaşmak istemiyordu. Yorulmuştu, atının üstünde omuzları çöktü ve kederle soludu. Bir anda ne olduğunu anlamadan, Eider'in korumacı sesi kulaklarında yankılandı.
"İngiliz korkma, seni koruyacağım!"
Ses, endişe ve korkuyla doluydu. Rose kafasını sağa sola döndürdü ama bir şey göremedi. Düşüncelerine o kadar çok kapılmıştı ki, olan biteni görmüyor ve Eider'i duymuyordu. Gözlerine ve kulaklarına perde inmişti sanki... Eider, onun iki büklüm olmuş hâlini gördüğünde, kendisinin bir şeyler yapmak zorunda olduğunu anladı ve atını Rose'a doğru sürdü. Ellerini Rose'un beline sardığında, yüzüne inen tokada aldırış etmedi. Bu kadın, ona vurmaktan zevk alıyordu ve Eider bu tokadı gerçekten hak etmişti.
Onu önüne oturtup, sızlayan yanağına dokundu. Karısı gerçekten güçlüydü ve bunu düşünürken gülümseyişine engel olamadı ama Rose'un ona doğru düşen bedeni endişelenmesine neden oluyordu. At üstünde yapılan yolculuklarda yorgun düşecek bir kadına benzemiyordu ama Eider ne olduğunu en yakın zamanda çözecekti.
"Yorgunum lordum..."
Rose, ruhen tükenmiş olduğunun farkındaydı ve daha fazla konuşamadı. Ne zaman fazla düşünse ya da üzülse böyle halsizleşiyor, buna engel olamıyordu. Eider, onun kederle çevrelenmiş olmasına dayanamadı. Onu korumak ve sarmak istiyordu. Önünde binlerce seçenek varken, o Rose'u kendi atına çekmeyi seçmişti. Gün geçtikçe ondan uzak kalma çabaları boşa çıkıyordu. Onu önce üzüyor, sonra öpüyor daha sonra kendi hâline bırakarak kaçmaya çalışıyordu ama bunların istediği gibi olmayacağının farkındaydı. Rose, onun isteklerine ve umursamazlıklarına katlanmak zorunda değildi. Kucağına çöken güzel karısına baktığında, Rose'un hatalarının yanında kendi hatalarının da katlanarak büyümekte olduğunu fark etti.
Hiç kimse masum değildi...
Eider, "Bana sıkıca sarıl İngiliz. Seni koruyacağım. Gelenler, William'ın askerleri olmalı," dedi ama William'ın ülkenin bu kesiminde fazla askeri olmadığını biliyordu ve Rose'u koruyamama düşüncesi hareketlerine yansıyordu. Atını döndürüyor, bir koluyla sıkıca Rose'a sarılıyordu ve kılıçlarına uzanmak için doğru anı kolluyordu. Saldırının nereden geleceği belli değildi ve Eider'in duyduğu tek şey yaprakların çıkardığı hışırtıların giderek artması olmuştu. 'Belki de abartıyorum,' diye düşündü.
Eider birbirine kenetlenmiş dişleri arasından konuşuyor, kollarını sıkıca Rose'a sarıp içinde kabaran koruma duygusuna hâkim olmaya çalışıyordu. Rose'un ayakları ayaklarına dolanmış, elleri ise sırtında kenetlenmişti. Atın üstünde, bir bütün olmuşlardı sanki. Ateş ve suyun birleşimi gibiydiler... Birleşmeleri imkânsız gibi gözükse de, karşılarına çıkan her şey onların birleşme sebebi oluyordu.
"Daima yanında olacağım, lordum."
Basit, ama çok şey ifade eden bir cümleydi. Eider bakışlarını ona doğru indirdiğinde, Rose'un durgunlaşan yüzüyle karşılaştı. Belki de bilinçsizce söylemişti o sözleri... Bu kadın, onunla alay ediyor olamazdı. Babasının intikamıyla yanan bir kalp, artık onun için çarpıyor olabilir miydi? Hem de bu kadar kısa bir sürede... Eider güzel olan her şeyin, yalan olduğuna inanmış ve hayatı boyunca her şeyin altında kötülük aramıştı. Rose'un ailesini İskoçlar öldürmüştü ya da o bunu inandırılmıştı bilmiyordu. Peki ama Rose, onun babasının da İngilizlerin kılıçlarıyla öldürüldüğünü biliyor muydu?
Eider bunu ona henüz söylememişti ama günü geldiğinde söylemekten de çekinmeyecekti. Yarası acıyla dağlanan tek kişi Rose değildi. Ne Eider acısını unutabilmişti ne de Rose... Eider intikamını Rose'dan almayacak kadar onurluydu ama Rose'a güvenebilir miydi, işte bunu bilmiyordu. Ya da Rose, babasının intikamını ondan almayacak kadar onurlu muydu, bunu da bilmiyordu. Bunca bilinmezliğin ortasında ona sarılı bir hâlde bekliyordu. Ya ölüm gelip onları bulacak ya da onlar ölümün peşinden koşacaklardı ve ikisi de hayatlarının bundan daha farklı olmayacağının farkındaydılar.
Eider başını kaldırdığında, atının etrafında üç güzel kadın gördü. Bunun nasıl olduğunu ise anlamamıştı, o kadar sessiz olmalarına imkân yoktu. Rose'u sıkıca sardı ve gözlerini kısarak, kadınları izlemeye başladı. Güneş ışığı, onların yanında sönük kalıyordu.
Tanrım, tüm güzel kadınları bir anda karşıma çıkarmamalısın...
"Ne istiyorsunuz? Kimsiniz siz?" Eider, onların silahlarla donatılmış olduğunu gördüğünde hırlarcasına kılıçlarına asıldı. Rose'un kulağına eğilip ona sarılması gerektiğini söylediğinde, güzel karısının hüzünlü bir şekilde başını kadınlara doğru çevirmiş olduğunu gördü ama kollarını ondan ayırmadığı için Eider onun bakışlarına fazla takılmadı.
"Size yardım edeceğiz lordum."
Hepsinin aynı anda konuşması Eider'i şaşırtmıştı ve onun şaşkınlığını gören kadınlar, biraz olsun eğlenmeye ve gülümsemeye başlamışlardı. Bunu her zaman yapmadıkları belli oluyordu. Sert yüz hatları, onların acımasızlığını ortaya koyuyordu.
"Siz, kadın başınıza bana yardım etmekten mi söz ediyorsunuz?"
Eider resmen kükremişti ve Rose onun sesiyle kendine gelmeye başlamıştı. Neler olmuştu ona? Başını biraz daha Eider'in göğsüne bastırdı, baskının onu canlandırmasını diliyordu, yüzünü kaldırıp atın etrafına baktığında üç güzel kardeşini gördü. Hepsi kendi renklerini sarmıştı, sadece yüzleri ve silahları belli oluyordu. Rose, çok geçmeden onların gerçeği öğrenip ona yardım etmek için geldiklerini anladı. Eider'in onları tanımamış olmasına üzülmüştü, o kardeşlerine gerçekten bir kez olsun bakmamıştı ve bu yüzden tanımaması gayet normaldi.
"Leydi McDuck'u koruyacağız, sizi değil lordum."
Eider, atını ileri sürdü ve üç kadının da birsıçrayışta dizlerinin üzerine geriye doğru gidişini gördü, gerçektenkusursuzlardı. Aynı zamanda ürkütücü bir havaya sahiplerdi, kadınlar sadecemasallarda ya da destanlarda bu tür özelliklere sahip olabilirlerdi ama normalşartlarda bir kadının bir sıçrayışta kusursuzca dizleri üzerine çökmesiEider'in onlara saygı duymasına neden olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
RomanceSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...