Eider McDuck biraz olsun yorulmamıştı ve öylece karşısında duruyor, onu anlamaya çalışıyordu.
Sol elini yanağına doğru kaldırdı, yavaşça derin yarasını okşadıktan sonra parmaklarıyla boğazına dokundu ve...
"Öldür beni!" dedi kararlı bir sesle, bu oyunun bitmesini istiyordu.
"Seni öldürmek mi?"
"Evet, öldür!"
"Bunu yapmayacağım, şu an seni öldürmek beni haklı çıkaracakmış gibi görünse de, öyle olmadığını bilmelisin İngiliz. Gözlerini benden ayır ve etrafımızı saran şu insanlara bak. Evet, biz ölmeyi hak eden iki ruhsuz savaşçı olabiliriz, ama onlar yaşamayı hak ediyor. Şu çocukların gözlerine bak, onlar her şeyden habersiz ve masum. Kaçının katili olmak istersin? Söyle bana! Sana bir şey olduğunda onların hepsi ölecek, çünkü tüm İngiltere senin intikamını almak için bu topraklara gelecek ve tek bir canlı bile bırakmayacaklar. Ve ben kaç tanesini durdurabilirim, gerçekten bilmiyorum."
Eider'in sesi, yorgundu. Ölmekten veya öldürmekten korkmuyordu, aslında tüm bu olanlar umurunda değildi, onunla evlenmek de canını sıkmamıştı. Onun düşündüğü tek şey, halkıydı. O gerçek bir liderdi. Ve Rose, onun İskoçya'nın başına gelen en güzel şey olduğunu görebiliyordu. Kendisi ise iki ülke arasında dolaşıp duran bir piyondu. Kralın işine yaradığı sürece değerliydi ve aslında kral onu hiçbir zaman umursamamıştı. Ama Rose her şeye halkı için boyun eğdiğini hatırladığında, Eider'le aynı duyguları paylaştığını anladı.
Etrafına baktığında, Eider'in askerlerinin bir çember yaparak onları içlerine hapsettiklerini gördü. Kadınlar ona nefretle bakarken, çocukların gözlerindeki korkuyu görebiliyordu.
Rose, İngiltere'de yaşadığı duyguların tam tersini yaşıyor ve bu onu derinden sarsıyordu. Artık, ona korku ve saygıyla bakan yüzler gitmiş, yerini nefret almıştı. Buna alışması gerektiğini biliyordu. Ellerini dizlerinde yumruk yaptığında, gözleri Eric'le birleşti. Kenarda durmuş olup bitene anlam vermeye çalışıyor gibiydi, ama duruma müdahale etmek için herhangi bir şey yapmıyordu. Kısa sarı saçları ve güzel yüzü güneşin altında parlarken, anlamsız yüzü Rose'u ürkütüyordu. Sanki hem ona hem de Eider'e kızar gibi bir hâli vardı.
Rose yüzünü yere eğerek konuşmaya başladığında, herkesin onu duymak için sustuğunu fark etti.
"Beni öldürmelisin, kurdun oğlu!"
"Evet Eider, öldür onu ve kurtul! Ne de olsa ölüm bu hayattaki tek çare! Seni zavallı kadın! Yaptığın onca şeyden sonra sadece ölmeyi istiyor olman gerçekten çok komik, senin biraz olsun cesur olduğunu düşünmüştüm," dedi Eric ve kalabalığı yararak kalenin içine doğru ilerlemeye başlamıştı. Rose da Eider de, Eric'in neden öfkeli olduğunu biliyorlardı ve onun için yapabilecekleri bir şey yoktu. Herkes hayatta onun kadar güçlü olamıyordu. İkisi de Eric'in sözlerinin etkisinden kurtulduktan sonra Rose bakışlarını ona doğru kaldırdı.
Eider'in tepkisini merakla beklerken, kılıcın keskin ucunun boğazını zorladığını hissetti. Elini yavaşça boğazındaki keskin uca getirdi ve Eider'in keskin kılıcını okşamaya başladı. Boğazından damlayan küçük kan damlalarını hissedebiliyor, sonsuz huzura kavuşacağı için mutluluğa doğru kollarını açmak istiyordu. Gözlerini kapayıp, derin bir nefes aldı.
Kurdun oğlu, ona acımayacaktı. Boğazından çekilen kılıç, yavaşça çenesine çarptığında yüzünü kaldırdı ve tekrar o gece karası gözlerle karşılaştı. Eider'in dişlerini sıktığını görebiliyor ve halkının "Öldür... Öldür..." yakarışlarına kayıtsız kalmaya çalışıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
RomanceSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...