-2-

16.3K 847 16
                                    

*

İki saat sonra

"Gidelim buradan, görmüyor musun herkes ölmüş!"

Eric, eliyle geminin içini gösteriyor ve Eider'i bu karmaşanın içinden çekip çıkarmaya çalışıyordu. Aniden gelebilecek saldırıya karşı diken üstünde duruyordu. Ayrıca kendi çevresinde dönüp durmaktan başı dönmüş ve sendelemeye başlamıştı. Bir an olsun Eider'i gözünün önünden ayırmak istemiyordu. Gemi, içindeki her şeyle beraber ölmüştü. Eider öylece çekip gidemezdi, gitmeyi bir an bile aklından geçirmemişti zaten.

"İçeriye girmeliyim Eric, burada dur ve etrafı gözle. Bir şey duyarsan ne yapman gerektiğini biliyorsun," dedi ve hızla geminin içine daldı. Eric'in ona engel olmasına izin vermemişti ve arkasında tepinip duran heybetli adamı görmezden gelerek, dikkatle geminin içini dinlemeye başladı.

"Kahretsin Eider!"

Eider, sakin ama temkinli adımlarla geminin iç kısımlarına doğru ilerledi. İki elinde ona güç veren kılıçları varken, bütün dünyaya karşı savaşabilirmiş gibi hissediyordu.

"Yardım edin!"

Tek solukta kulağına ulaşan bu yardım çığlığına doğru koştu. Belki de bu, onun son umuduydu. Yerde göğsüne saplanmış bir kılıçla yatan askeri gördüğünde, onun sona yaklaştığını anladı ve içine dolan sıkıntıya engel olamadı. Son görevini yapmak için dizlerinin üzerine çöktü ve askeri sakinleştirmeye çalıştı. Artık bunun için çok geçti, genç Norveç askeri öksürük krizlerine tutuluyor ve kan kusuyordu. Eider, bunun ölümün bir işareti olduğunu biliyordu. Gencin yüzüne bakarak tekrar derin bir iç çekti ve üzüntüsünü bastırmaya çalıştı.

Kamaranın içinde yanan meşaleler sönmek üzereydi ve Eider gencin yüzünü tam olarak seçemez olmuştu. Yerler âdeta kanla yıkanmıştı. Dizlerine değen sıcak kan, bunun çok uzun bir süre önce olmadığını kanıtlıyordu. Ama yine de her şey için geç kalmıştı.

Ellerini, öksürüklere boğulan gencin başında gezdirdi ve onu sakinleştirmeye çalıştı. Dokunuşlarının işe yaramadığının farkındaydı, sonuçta o bir şifacı değildi ya da Tanrı...

"Bana cevap vermelisin genç adam, leydiniz nerede?"

Onu kurtarmak isterken sadece soracağı soruların cevabını alacak olmak, Eider'e koca bir pislik olduğunu hatırlatıyordu. Kaderine lanetler yağdırmanın sırası değildi, ama Eider bunu da en yakın zamanda yapacağına dair kendisine söz verdi. Saçlarını okşadığı gencin derin soluklarını içinde hissediyordu. Ölümün soğuk esintisi etrafını sarmıştı, bu Azrail'in onlara yaklaştığını haber veriyordu.

Gencin ağzından dökülen kan yavaşça Eider'in bacaklarına doğru süzülürken, elinden hiçbir şey gelmiyor, çaresizce izlemekten başka bir şey yapamıyordu. Çaresiz olmaktan nefret ediyordu! Ve bu duyguyu tekrar yaşıyor olmak, ona hiç de güzel olmayan anılarını hatırlatıyordu.

"İngilizler, onu öldürüp soğuk sulara attılar lo...rdum!"

Asker, Tanrı'nın ona verdiği son kuvvetle ve leydisinin intikamını almasını istercesine Eider'e tüm gerçeği bir solukta söylemişti. Şimdi gemi gerçekten sessizliğe bürünmüş, İskoçya'nın son umudu da bu genç askerle beraber son nefesini vererek, soğuk okyanusun dibine doğru sürüklenmeye başlamıştı. Eider, göğsünün ortasına düşen saç örgüsünü başını sallayarak arkasına attı. Şimdi ayağa kalkacak ve evine gidecekti. Kralına bu kötü haberi vermesi gerekiyordu. Gencin başını yavaşça yere koydu ve Tanrı'nın onu affetmesi için dua etti. Uluma sesleriyle derin düşüncelerinden ve içini saran hüzünden sıyrıldı, hızla kendisini karanlık gökyüzünün altına attı.

LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin