Yatağa biraz daha yaklaştığında, karısının yavaş ve hırıltılı nefesi içini dağladı. Ona ne olduğunu öğrenmek dahi istemiyordu, çünkü sinirine nasıl hâkim olacağını bilemiyordu. Büyük yatağı saran beyaz cibinliği araladığında, Rose'un ona nefretle bakan yeşil gözleriyle karşılaştı ve bir adım geri çekildi.
"Ona ne yaptın?" Sesi, kızgınlığını dışa vuruyordu. Eider, onun çökük gözlerine ve parçalanmış dudaklarına daha fazla bakamadı, sanki Rose da onunla beraber savaşa gelmiş gibi görünüyordu ve gözlerini pencereye doğru çevirdi. "Yapılması gerekeni..." dedi ve cibinliği yavaşça araladı, Rose'u güneşin berrak ışıkları altında görmek istedi. Bebeği hâlâ onunlaydı, belirginleşen yuvarlak karnı kalın geceliğinin ardından belli oluyordu. Eider, ona dokunmak, o yuvarlaklığı öpmek ve onunla konuşmak istiyordu ama Rose'un moraran kollarını gördüğünde şimdi ona yaklaşmaması gerektiğini anladı. Rose onun kendisini süzmesine dayanamayarak, sesini biraz daha yükselterek onunla konuşmaya başladı. Aklından ve kalbinden geçenler hiç aynı yolda yürümüyordu. Yine de Rose, onları bir kenara bırakıp nasıl konuşması gerektiğini artık öğrenmişti.
Eider geldiği ve hayatta olduğu için mutluydu ama üst üste yaşadığı şeyler yüzünden, içinden sevinmek ve kocasına koşmak gelmiyordu. Ona, sevgisine karşılık bulamamanın nasıl bir duygu olduğunu gösterecekti ve Eider'in pişman oluşunu, tükenişini büyük bir zevkle izleyecekti.
Acımak yok, diye geçirdi içinden, evet ona acımamalıydı... Karşısında duran kusursuz güzellikteki adamın büyüsüne kapılmamalıydı. Uzun siyah kirpiklerinin, kalın kırmızı dudaklarının ve onu içine hapseden kara gözlerin etkisini bedeninde hissederken, belki de tutunacak tek şey Eider'in uzun örgülü saçıydı. Ama ondan uzaklaşması gerekiyordu ve bunların hepsi onu zorlasa da bunu yapmak zorundaydı. Rose onun güzelliğinden kaçmaya çalışırken, başka bir güzelliğine tutulmak isteyişine anlam veremiyordu. Saçları uzamıştı ve Rose, o siyah saçların açık bir şekilde vücudunda süzülmesini özlemişti. Onun her bir parçasını ayrı ayrı özlemişti.
Lanet olsun!
"Beni öldürmeye çalıştı! Bebeğimi öldürmeye çalıştı! Ve sen, bana sadece yapılması gerekeni yaptığını mı söylüyorsun?" Rose, bu anlamsız ölüme susamışlığına içten içe kızdı. Evet Cher'i öldürmek istemişti ama o hayatı boyunca bir kadının canını almamıştı ve şu an bunu yapabileceğini düşünmüyordu. "Onu öldürmemi mi istiyorsun, İngiliz?"
Eider, bu soruyu sorarken çok ciddiydi ve Rose'un gözlerinde bir cevap arıyordu. Onun bu kadar acımasız olabileceğini, düşünmek istemiyordu. Rose gözlerini ondan kaçırıp karnına bakmaya başladı, Eider'in sorgulayan kırılgan bakışlarından utanmıştı. Bebeği için her şeyi yapmaya hazırdı ama ölüm bunlardan biri değildi. Neden bu kadar hassaslaştığını bilmiyordu. Bunu hamileliğine bağlayıp, ellerini karnının üstünde gezdirdi ve tekrar Eider'e baktı.
"Ben, ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum! Bildiğim tek şey, zamanında kendine hâkim olup bu kadını başıma sarmamış olsaydın, günlerdir acı ve korku içinde kıvranmıyor olurdum. Belki önemsemeyebilirsin ama bebeğim ölüyordu. Ölebilirdik! Ve ben, kendi canımı düşünmekten çoktan vazgeçtim İskoç... Ona bir şey olsa yaşayamazdım, anlıyor musun?"
Eider'in ellerini yumruk yaptığını gördüğünde, onun da kendisi kadar acı çekiyor olduğunu anladı. O da, en az Rose kadar çaresiz hissediyordu.
"İkinize de bir şey olsa yaşayamazdım, İngiliz."
Rose, duyduklarına inanmak istemiyormuş gibi başını hızla iki yana salladı ve onu duymamış gibi davranarak sözlerine devam etti. Ona karşı yumuşamayacaktı, sert İngiliz görünümüne geri dönecek ve Eider'in onu sevgisiz bıraktığı o günlerin hesabını soracaktı.
"Buna inanmak, bazen o kadar zor oluyor ki, lordum... Şimdi sizden rica ediyorum, odamdan çıkın ve uyumama izin verin. Tüm gece çığlık attım ve çırpınıp durdum, fazlasıyla yorgunum..."
Eider, Rose'un söylediklerini kabullenmeye çalışır gibi etrafına bakınıyordu. Tekrar Rose'a baktığında, gözlerindeki soğukluğun gitmediğini gördü. Hamilelik onu değiştiriyordu, daha sinirli ve daha duygusal bir kadın olmuştu. Ona çok kızgın olduğu, parlayan yeşil gözlerinden belli oluyordu. Eve geldiğinde karşılaşacağı manzaranın bu olacağını tahmin edemezdi. Rose söz konusu olunca, tahmin etme gibi bir yetisi de kalmıyordu zaten. Yine lordu olmuş, odadan da kovulmuştu. Tanrı aşkına, ne zamandır savaştaydı ve geldiğinde en azından bir öpücüğü hak etmişti.
Eider konuşmanın yararsız olduğunu anladığında arkasını döndü ve gitmek için hareketlendi, aklına gelenler ise durmasına neden oldu. Yatağın ortasında küçük bir gölge gibi görünen karısına doğru döndü ve onun da kendisini izlediğini gördü.
"İyi olduğunu hissettiğin zaman toparlanmaya başla, hizmetçileri yanına yollayacağım."
Rose, araladığı cibinliğin ardından, yatağın ucunda duran kocasına baktı.
"Neden toparlanmam gerekiyormuş lordum?" Eider, Rose'un tepkisini üst üste lordum diyerek göstermesinden dolayı gülümseyişine engel olamadı. "İngiltere'ye gideceğiz," dediğinde, Rose'un yüzünde oluşan duygu karmaşasını anlamaya çalıştı ama karısı da oraya gitme konusunda ne hissetmesi gerektiğini bilmiyor gibiydi.
"Neden?" diye sordu Rose. Endişelenmeye başlamıştı, Eider'e savaşla ilgili bir şey sormaya korkuyor ve kanlı sahneleri gözünün önüne getirmek bile istemiyordu. Ama zamanı geldiğinde, her şeyi dinlemek ve öğrenmek zorundaydı.
Odaya girdiğinden beri, bir kerecik olsun gerçekten gülümsemedin Eider. Ne oldu, yine neler yaşadın? Neden böyle bakıyorsun?
Eric ve Lisa'ya ne olmuştu, ortada dönen oyunun başkahramanı kimdi ve fazla kayıp var mıydı? Rose, tüm bunların ağırlığıyla yatağa geri düştü ve Eider'in cevabı onun daha fazla endişeye kapılmasına neden olmuştu. Çünkü Eider, alay eden ve ciddi konularda şaka yapmaya çalışan bir adam olmamıştı.
"Bizi özlemiş olmalı İngiliz, biliyorsun ki Edward İskoçları çok sever. Beni görmek için sabırsızlandığına eminim ya da senden haberler almak için..." diyerek, Rose'a görevini hatırlattı. Edward'ın, onu Eider'le evlendirmesinin nedeni İskoçya'da olup biten her şeyden haberdar olmak istemesiydi. Rose, onun acı dolu kahkahasını duyduğunda, gözlerini yumdu ve ağlamamak için elinden gelen her şeyi yaptı. Eider'in gürültüyle kapattığı kapıya bakarak düşünmemeye çalıştı. Rose, ne olduğunu ya da ne yapacağını bilmiyordu. Ama bildiği tek şey, kesinlikle iyi şeyler olmadığıydı.
Sonunda dayanamayıp, kötü düşüncelerinden kurtulmak ve hayal kurmak için gözlerini kapadı. Edward'ın sarayında, Eider'i ve kendisini kol kola balo salonuna doğru yürürken hayal ettiği sırada, uykunun gelip koluna girmesine ve onu rüyalar âlemine çekmesine hayır diyemedi. Bazen güzel şeyleri düşünmek, ona hâlâ yaşadığını hatırlatıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
RomanceSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...