-13-

11K 675 16
                                    

Rose ona verdiği her karşılığın ardından, kendisini büyük bir savaştan galip çıkmış gibi hissediyordu. Onunla daha fazla uğraşmaması gerektiğinin de farkındaydı, atına bindiğinde güneş gözüne daha parlak gelmeye başlamıştı, bir şeyler yemek ona gerçekten iyi gelmişti.

"Hadi, Hades gidelim," dedi, ince sesi ormanın derinliklerinde yankılanıyordu. Sık ağaçların arasına baktı ve daha ne kadar yolları kalmış olabileceğine dair bir tahminde bulunmaya çalıştı. Gittikleri yeri daha önce hiç görmemişti ve böylesine güzel bir ormanın, İskoç topraklarına yakın olabileceğini düşünmek o kadar da zor değildi. İngiltere ne kadar soğuk ve ruhsuzsa, İskoçya da o kadar sıcak ve güzel bir ülkeydi. Belki iklimsel olarak iki ülke de soğuktu ama İskoçya'da daha farklı bir hava vardı ve bu hava insanı içine çeken cinstendi. Ormanlarla süslü dağlar, çeşitli hayvanların ev sahibi olduğu eşsiz güzellikteki doğa ve nerede başlayıp nerede son bulduklarını bilmedikleri onlarca nehir... İçkileri, gaydaları ve dilleriyle İngilizlerden farklı olduklarını her zaman belli ediyorlardı. Rahat ve mutlu bir hayat, onlar için ilk sırada yer alırken, İngilizlerin bitmek tükenmek bilmeyen ahlak kurallarını hatırladı Rose. Belki de her şey onun için daha kolay olacaktı.

Kalın siyah kumaşı üstüne aldı ve iyi olduğundan emin olunca, atını hareket ettirdi. Soğuk rüzgâr, onları keserek kuvvetini arttırıyordu. Soğuk hava ikisini de güçsüz kılarken, yola devam ettiler. Yol uzun, onlar ise nefret doluydu. İkisi de birbirini öldürmemek için Tanrı'ya yalvarıyor ve gözlerini yola dikip konuşmamaya çalışıyorlardı.

Rose, onun sabrını zorladığında alacağı karşılığı merak ediyordu. Eider, ona gerçekten kızmamış ve öfkesini şimdiye kadar hiç göstermemişti, aksine ona iyi davranmıştı ve bu Rose'un hoşuna gitmiyordu. En yakın zamanda kılıçlarını bu işin içine dâhil etmek istiyordu, çünkü onun anladığı tek şey savaşmak ve öldürmekti. Bunlar, onun düşünmesini ve hissetmesini engelleyen şeylerdi. Eider McDuck'tan kurtulmak zorundaydı.

Yol boyunca konuşmadılar ve birbirlerinden uzak durdular. Rose, onun topraklarına geldiklerini Eider'in gülümseyişinden anlamıştı, 'işte onun gülümsediği ender anlardan birisi' diye düşünmekten kendisini alamadı. Bu anı unutmamalıydı. Rose'un ise bir daha asla gülümseyemeyeceği günler önünde duruyordu. Onun başlangıcı, Rose'un sonu olmuştu.

İşte geldim İskoçya, buradayım! İngilizlerin acımasız gülü, sizin yeni gelininiz olarak aranıza katılmaya geldi. Hadi çekin kılıçlarınızı ve öldürün beni!

*

Eider, büyük tepenin üzerinde bütün ihtişamıyla onları selamlayan kalesine gururla baktı. Gözlerini Rose'a çevirdiğinde, onun endişesini ve korkusunu gözlerinden okuyabiliyordu. Şimdiden bu kadar korkuyorsa, halkının tepkisi karşısında Rose'un korkuyla yere serilmesinden endişe ediyordu. Duygularını asla belli etmeyen bir adam olarak, ona nasıl yardım edeceğini ise bilmiyordu.

"Arkamdan gel ve bugünlük beni öldürme planlarını geride bırak. Halkımın önünde yapacağın tek bir yanlış, daha hızlı ölmene neden olur, beni anlıyor musun?" dedi ve atının dizginlerine asıldı.

Aslında demek istedikleri, kesinlikle bunlar değildi. Onu korumak istiyor oluşuna anlam veremiyordu ve bu duyguyu bastırmak için Rose'un kalbini kırmaya çalışıyor, onu umursamıyormuş gibi davranıyordu.

Rose, hayatında ilk kez ne yapacağını bilemez bir hâlde, küçük bir kız çocuğu gibi korkuya kapılmıştı. Ölmekten değil, ama aşağılanmaktan ve hor görülmekten her zaman korkmuş ve bu tür duygular, onu her zaman yerle bir etmişti.

LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin