-95-

6.2K 376 1
                                    


"Mutlu olup olmadığımı bilmiyorum İngiliz ama hissettiğim şeyleri daha önce hissetmediğim üzerine yemin edebilirim. Sana her baktığımda kalbim tutuşmaya başlıyor, sana dokunduğumdaysa o kalp yanıp kül oluyor."

Rose'un dudaklarını okşayan parmakları donup kalmıştı. Eider'in bunları söylemesini beklemiyordu. Ona kızgınken ve bu kadar yanlış şey yapmışken bu sözleri hak etmiyordu. Ellerini iki yanına doğru bıraktığında, Eider'in ellerine uzanması onu yine şaşırtmıştı.

"Beni bu kadar çok sevmemelisin, İngiliz..."

"Artık çok geç Eider. Seni sevmek, sonu olmayan bir yolda yürümek gibi olsa da senden geri dönmek gibi bir niyetim yok," diyerek elini Eider'in örgüsüne uzattı ve o uzun örgüyü tek bir hareketle açtı. Siyah ve kızılın karışımı, güneş ışığının altında dans ediyor, Rose'un gözlerini kamaştırıyordu. Eider, çıplak boğazına doğru gelen soğuk ellerin verdiği hisle sarsıldı ve üstündeki siyah gömleği çıkardı. Rose'un keskin nefesiyle, başını ona doğru çevirdi. Karısı, ona dünya üzerindeki en güzel şeymiş gibi bakıyordu. Eider başını eğip yüzündeki yarayı öpmeye başladığında, zaman durdu ve Rose kendini onun ellerine bıraktı.

Ölüm ya da aşk... Eider'in ellerinden her ne gelirse gelsin, hepsine razı olmaya hazırdı.

Şimdi de pantolon gitmişti ve Rose kenara atılan pantolonla birlikte aklını da bir köşeye fırlatmıştı. Sahip olduğu en değerli varlık karşısında duruyor ve ormanın güzelliğine meydan okur gibi, tüm güzelliğiyle ona bakıyordu.

Yaprakların hışırtısı, kuşların ötüşü ya da İskoçya'nın yanıyor olması... Onları hiçbir şey durduramazdı. Rose başını yere eğerek onlara çarşaf olan yeşil çimenler arasında kaybolup giden direncini ve aklını aradı. Hayatı bir an da değişmiş, karşısında duran adama âşık olmuş, amcasının ölümünü izlemiş, kralın kıskançlığıyla başa çıkmış, kardeşlerinin mutsuzluğunu görmüş ve Julie'yi son anda kurtarabilmişlerdi. Ve bunların hepsini, zorla evlendirildiği muhteşem adam sayesinde yapabilmişti.

"Bana böyle bakmaktan vazgeçmelisin, İngiliz."

Tanrı aşkına, sana bakmayıp ne yapacağım? Şu güzelliğinin farkında mısın be adam!

Rose, tekrar çimenlerin üstünde yattı. Çıplak vücuduna değen toprağın ve otların ona verdiği hisle duyguları iki katına çıkmıştı. "Eider ölmek üzere olan birinden gülümsemesini ister gibisin, Tanrı aşkına, gel artık bana!" Eider, önünde uzanan güzelliğe bir kez daha baktı ve bu sefer ona her şeyini verdi. Sevgisini, arzusunu, üzüntüsünü, kırgınlığını, öfkesini... Rose, onun içine girişlerinin sertleşmesiyle, ellerini Eider'in sırtına gömdü ve tırnakları sırtında derin izler bırakarak sıkı kalçalarına kadar indi.

Eider, dudaklarını onun dudaklarından ayırdı ve sırtındaki karıncalanmaya başlayan acının ve erkekliğini emen kadınlığın etkisiyle Rose'un üstünde kükremeye başladı. Alnı, Rose'un alnına düştü ve dudaklarını aralarken Rose'u da dudaklarını açması için ikna etti. İçine her dalışında, Rose dudaklarını aralıyor ve Eider'in ağzına sıcak nefesini bırakıyordu. Eider, onun sıcak nefesini içiyor ve hayata tutunuyordu. Temposu yavaştı, her hamlesinde Rose'un arzuyla kıvranmasına neden oluyor, onu sona yaklaştırsa da kendisini tutuyor ve ona zevk veriyordu. Rose, kalçalarını yerden kaldırıp erkekliği etrafında daireler çizmeye başladığında, Eider hareketlerini kesmiş başını aşağıya eğmiş, bedenlerini izliyor ve nefes almaya çalışıyordu.

"Tanrım, bu kadın bana neler yapıyor böyle?"

"Sana acıyorum..." dedi Tanrı gülümseyerek.

Eider, dudaklarını Rose'un göğüslerine indirdi ve hareketlerini hızlandırıp onun arzuyla pelteleşen vücudunu izledi. Onlar, sevişirken bile savaşmaktan vazgeçmeyen iki azılı düşman gibiydiler. Rose onu yavaşlatarak kendi oyunlarını oynuyor, Eider ise onu durduruyor ve kendi büyüsünü üstüne salıyordu.

Eider, kendini soğuk çimenlerin üstünde sırtüstü yatarken bulunca şaşırmadı ve Rose'un üstünden ellerini çekti. Sadece, onu saran ıslak cennetini hissetmek ve Rose'u izlemek istiyordu. Ve işte o zaman, bütün ışıkların söndüğüne şahit oldu, o karanlığın içinde parlayan tek şey Rose'du. Üstünde tüm ihtirasıyla hareket edip, Eider'in ismini sayıklıyordu. Ondan af diliyor, ona aşkını sunuyordu.

Gözleri yeşilin en güzel tonunu almış, dudakları öpüşmekten kızarmıştı. O, gerçek bir güldü, Eider onu asla incitmeyecek ve yapraklarına dokunmayacaktı.

"Eider..."

"Cenneti görebiliyor musun, İngiliz?"

"Cennet, senin benim içimde olman kadar güzelse onu görebiliyorum Eider," dedi ve ikisi de derin soluklar, boğuk çığlıklar arasında birbirlerine karıştılar. Eider göğsüne düşen güzel gülü, kolları arasına aldı ve soğuktan korumak için sarmaladı. Derin ama bir o kadar hızlı atan kalplerinin sesini dinlediler. Konuşmadılar, konuşamadılar...

"Gitmemiz gerekiyor İngiliz."

"Biliyorum İskoç!"

Eider yanında duran giysi yığınına uzanarak, yavaşça Rose'u giydirdi. Aralarına giren bu soğukluğun neyden kaynaklı olduğunu ikisi de çok iyi biliyordu aslında.

Güven...

Onların sahip olamadığı tek şeydi. Ve güvenin olmadığı yerde, aşk da sevgi de olamazdı.

İkisi de birbirine belli etmeden bakarken hareketleri yavaş ve sakindi ama akıllarından geçenler aynıydı.

Bunu aşacağız İngiliz. Bir gün bana güveneceksin.

Bir gün sana güveneceğim Eider ve o gün sen bunu anlayacaksın...

����)���J��

LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin