-11-

10.7K 692 8
                                    

Eider, Rose'un ikinci çığlığını duymasına gerek kalmadan yanında belirdi ve onun uykusunda böyle çığlıklar atmasına neden olan şeyi anlamak istercesine etrafına bakınmaya başladı. Ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremiyordu. Rose, acıyla kıvranıyor ve bir top gibi büzülen bedeninden çığlıklar kopuyordu. Hades, onun çığlıklarından ürküyor ve sahibine bir şey olduğunu düşünerek, başını karnına doğru çevirip Rose'a bakıyor ve olanca gücüyle kişniyordu. Bir saldırının olmadığından emin olduktan sonra, ayakları dibinde duran kadının kötü bir kâbus gördüğüne karar verdi ama ona uzanıp onu uykusundan çekip almak Eider'e her şeyden zor geliyordu.

O, duygusal ya da kibar bir erkek değildi ama ayakları dibinde çırpınan bu kadını sakinleştirmesi gerektiğinin farkındaydı. Yoksa onlardan pek de uzakta olmayan askerleri, başlarına toplayacaklardı. Özellikle de Eric'in bu manzarayı görmek isteyeceğini biliyordu, işte bu yüzden hemen onu susturması gerektiğine karar verdi.

Eider dizlerinin üstüne çöktüğünde, onun terden ıslanmış başlığını tek bir hareketle çıkardı ve güzel saçlarını kollarına döktü. Gerçekten, bir gül gibi kokuyordu. Kusursuz burnu, yay gibi kaşları ve okların uzunluğuyla yarışabilecek kirpikleri, onu selamlarcasına titreşiyordu. Yüzündeki yara ise Rose'un başka bir güzelliğiydi... Cesaretinin göstergesini, daima yüzünde taşıyordu. Cesaret, bir kadının en güzel parçasıydı.

Tanrım, benimle neden oynuyorsun? Eğleneceğin başka kimse yok mu?

"İngiliz uyan!" Onu yavaşça sarsıyor ve ıslak saçlarını, alnından geriye tarıyordu.

"Babamı öldürüyorlar! Simon amca, babamı kurtarmalıyız! Babaaaaaaa! Onu öldürecekler!"

Eider duyduklarına anlam vermeye çalışıyor, aynı zamanda da onu uyandırmak için uğraşıyordu. Rose'un yorgun başı boynuna doğru düştüğünde, Eider kırmızı dudakların ıslaklığını hissederek titredi.

Uzaklaşmalıydı ama Rose şiddetle sarsılırken onu bırakmak doğru gelmiyordu. Rose'un güçsüz anında ona karşı böyle bir duygu beslemesi yanlıştı, ama bunu bildiği hâlde kendisine engel olamıyordu. Uzun zamandır, bir kadınla birlikte olmamıştı ve tüm hislerinin bu yüzden ortaya çıktığını düşünmek istiyordu.

Rose "Kucağında ne yapıyorum?" diye sordu. Eider'in boynuna doğru verdiği sıcak nefesi, saçlarının arasında titreşiyor ve Eider'in dişlerini sıkmasına neden oluyordu.

Dakikalar sonra Eider karnına dayanan hançeri fark ettiğinde, Rose'un kendine geldiğini anladı. Ona yardım etmesinin karşılında aldığı bu tepki, Eider'i sinirlendirmiş ve eğlenmesine neden olmuştu. Rose hayatına eğlence katacak gibi görünüyordu ama bu davranışlarına sadece o göz yumabilirdi, halkının ona eğlence olarak bakmaktansa bir düşman olarak bakacağını biliyordu.

"Bütün İngiltere'yi ve İskoçya'yı, uyandırmanı engellemeye çalışıyordum!" dedi Eider, Rose'un ıslak dudaklarını ve yüzünü omzundan uzaklaştırarak.

Sesi sert ve soru sorar gibiydi, Rose uykusunda çığlık attığını anlamıştı. Ve artık o kollardan sıyrılmalı, toprağın güvenli kollarına sığınmalıydı.

"Bırak beni!"

Eider gecenin karanlığına gizlenerek, gülümsemeye başladı. Bu kadın, onunla oyun oynuyordu ya da ne kadar sinirlenebileceği konusunda onu deniyordu.

"Seni bırakalı dakikalar oldu, kucağımdan inmeyen sensin İngiliz. Bana bu tür ithamlarda bulunmana gerek yok. İstemediğin takdirde, sana asla dokunmam," dedi, dudaklarından aniden dökülen bu kelimelere engel olamamıştı. Ona daha ilk günden neden böyle bir şey dediğini bilmiyordu ama onu istiyor olduğunu saklayamamıştı.

Yüzleri birbirine o kadar yakındı ki, Rose onun öfkeli soluklarının kirpiklerine vurduğunu hissedebiliyordu. Eider, konuştukça dudakları alnına değecekmiş gibi oluyor ama asla tenine değmiyordu. Rose, bunun olmasını ne kadar çok istediğini anladığında kendisini yere attı, yüzüne çarpan son sözlerle beraber toprağın altına girmek istedi.

Eider'in ağzından çıkan her söz gibi, bunlar da gururunu kırmıştı. Bu, hem bu gece için hem de gelecekleri adına yapılmış önemli bir açıklamaydı aslında. Eider McDuck, kendisine dokunmayacak ve metres tutarak onu herkesin önünde küçük düşürecekti. Rose, kafasında oluşan düşüncelerden ve görüntülerden hoşlanmasa da, zamanı geldiğinde atacağı büyük adımların farkındaydı. Midesi bulandı ve Eider'in kolları arasından sıyrılmaya çalıştı. Onunla evlenmiş olabilirdi ama yatağına girmeye ya da metreslerine katlanmaya razı değildi.

Eider, kollarına vuran soğuk havaya lanetler yağdırdı. Kadının, ona sunduğu sıcaklığı ve gül kokusunu sevmişti. Saçları ise, onu güçsüz kılıyordu. Ellerini, kızıl buklelerin içine daldırmamak için kendisini zor tutuyordu. Rose onu güzelliğiyle kandıran bir çiçekti ve Eider bir arı olup ona doğru uçmak istiyordu. Bunu rüzgâr bile isterken, onlara kim karşı koyabilirdi ki? Sadece kanat çırpması yeterli olacaktı.

Aklından geçenlere rağmen, Eider soğuk bir şekilde konuşmaya devam etti. Rose, onun ne kadar öfkeli olduğunu görebiliyordu.

"Çığlık atmadan uyumaya çalış, İngiliz," dedi ve yine karanlığın içinde kayboldu. Acımasız ve soğuk görünmeye çalışıyordu.

Rose, onun bir hayal olup olmadığına karar verememişti.

"Seni duygusuz piç! Bu, elimde olsaydı uykumun içinde çığlık atar mıydım sanıyorsun?" Ellerini hırsla üstünde yattığı çimenlerin arasına daldırdı ve onları kopararak Eider'in arkasından atarken, gözleri ateş saçıyordu.

Rose ıslak toprağın üstünden kalkarak, kendini ağacın dibindeki kalın köklerin koruyucu kolları arasına attı. Dinlenmek bir yana dursun, uyurken daha çok yoruluyordu. Uykusunda geçmişi tekrar yaşamak, ne kadar rahatlatıcı olabilirdi ki?

LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin