-80-

6.3K 401 5
                                    


15.BÖLÜM

"Bir adam kadınlara zarar veriyorsa, nefes almasının gereksiz olduğunu düşünüyorum! Ölmeli hem de yavaş yavaş ve acı çekerek!"

Leydi Rose Crowfeld'in Günlüğü

Ateşleri asla sönmüyordu.

Rose, Eider'in parmaklarının arasında rahatladığında, Eider acıyla gerildi ve boşalma ihtiyacıyla erkekliğini onun sıcak poposuna sürtmeye başladı ama bu işe yaramıyordu. Rose'un, bu kadar çabuk toparlanacağını düşünmemişti. Ve şimdi, karısı karşısında duruyor ve ıslak gözlerle ona bakıyordu. Kalan aklı da kanat çırpıp uçtuğunda, Eider çaresizliğini haykırmak istedi. Rose, kendisini bu denli isterken düşünmek ve sabırlı olmak imkânsızdı.

"Gece lordum, geceyi bekleyeceksiniz..." dedi ve Eider'e yaslanıp, onun arzusunu hissetmekten kendisini alamadı. Ayakta durmakta güçlük çekerken, Eider'in ona sunduğu tatlı eziyetin hiç bitmemesini istiyordu. Kulak memesinin öfkeyle ısırılması ve ardından gelen ıslak öpücüklerin karşısında, bakışlarını şaşkınlıkla Eider'e çevirdi.

"Bana lordum demenden nefret ediyorum, İngiliz," dedi ve parmağını havaya kaldırıp Rose'a doğrulttu. Onun sevgisini her an hissetmek ve kendi adının onun dudaklarından dökülüşünü duymak istiyordu.

"Bense seni kızgın ve arzulu görmekten zevk alıyorum," dedi gülümseyerek, Eider'in elleri arasından kurtuldu ve hızla koşmaya başladı.

Rose, koşarak uzaklaşmış ve büyük bahçeden çıkıp kendisini odasının ortasına atmıştı. Kadınlığı sızlıyor, bacakları titriyordu ama Eider'in de kendisi gibi arzuyla yarım kaldığını biliyordu. Onun, susuz kalmış gibi kendisine susamasını ve ayağına gelmesini istiyordu. Bunun hayaliyle mutlu oldu ve Eider'in büyük bir teslimiyetle, ona geldiğini düşünerek gülümsemeye başladı. Olduğu yerden kalkmak istemiyor, sonsuza kadar Eider'i düşünerek yaşlanmak istiyordu.

Ama sonunda Rose emekleyerek büyük yatağa uzandı ve balo saatine kadar uyumaya karar verdi. Gözlerini kapattığında, Julie aklına geldi ve onun ne yaptığını merak ederek gözlerini tekrar araladı. Kardeşi sert kayaya çarpmıştı ve sevdiği adamla nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Ve onun küçük yaralı yüreğinin, kendisi için vicdan azabı çektiğini hâlâ görebiliyordu. Yüzündeki çirkin yara, Julie'nin korku dolu çığlıkları sonucunda olmuştu ve kardeşi seneler geçse de onu koruma dürtüsünden arınamamıştı. Saraya da onu korumak ve iyi olduğundan emin olmak için gelmişti. Rose, kardeşinin ona duyduğu sevgiyi her zaman kalbinin derinliklerinde yaşamıştı ve onu diğer kardeşlerinden farklı tutarak, üstüne titremişti.

Kapı hızla açıldığında ve kardeşi de onun gibi dizleri üstüne odanın ortasına düştüğünde, Rose üzüntüyle ona baktı. Sudan kaçan bir kediye benziyor ve başını iki yana sallayarak, üstüne atılan sulardan kurtulmaya çalışıyor gibi görünüyordu. Rose yatağın cibinliğini yana çekerek, odanın ortasında duran kardeşine seslendi.

"Seni öptü değil mi, Julie?"

Julie ıslak gözleriyle ona baktığında, Rose gülmekten vazgeçti ve gözlerini yerdeki kilimin desenlerine dikti. Ona nasıl yaklaşması gerektiğine karar veremiyordu ama dudaklarından kopup çıkmak isteyen kahkahanın, onu iyi bir abla gibi göstermeyeceğini biliyordu.

"Evet, o ruhsuz öküz beni öptü! Bütün duvarlarımı yıktı ve beni onların altında bıraktı Rose," dedi ve başını, sert zemine vurmaya başladı Julie. Harold'un ona dokunmasına izin verdiği için, kendisini hançerleriyle öldürmek istiyordu.

Rose yatağına geri devrildi ve kahkaha atmaya başladı. Kardeşinin ona kızdığının farkındaydı ama yaşadıklarını onun da yaşaması Rose'u bu hâle getirmişti. Gözlerini sildi ve konuşmak için nefesinin yerine gelmesini bekledi.

"Buna aşk derler sevgili kardeşim. Ne duvarların sağlam kalabilir ne de sen..."

"Sen de benim gibi yıkıldın mı, Rose?"

Rose, yüzünü yatağa gömdü ve yatağın yumuşaklığında boğulan sesiyle ona cevap verdi. Julie, kafasını yere vurmaya devam ediyor, Harold'ı hadım edeceğine dair kendisine kutsal saydığı sözlerinden birkaçını haykırıyordu. Ama Rose'un sesini duyduğunda, başını yere vurmayı kesti ve sessizce ablasının diyeceklerini dinlemeye başladı. Ona yol gösterecek birisine ihtiyacı vardı.

"Hem de onlarca kez!"

Julie yatağa yaklaştı, ablasının yanına kıvrıldı, onun sıcaklığını ve anne şefkatini özlemişti. Elleri ve gözleri Rose'un şiş karnına inmiş, kendisinin yerini alacak olan bebeği hissetmeye çalışarak, elini yavaşça karnında dolaştırmaya başlamıştı.

Seni çok kıskanıyorum ufaklık. Ve sen doğunca, benim seni neden kıskandığımı anlayacaksın. Başında duran kanatsız kızıl meleği görecek ve sesini duyduğunda, ağlamak bile istemeyeceksin. Bir an önce yanımıza gel ve bize mutluluk getir küçük İskoç.

"Sen iyi değilsin, Rose? Her şeyi bir araya toplamaya çalışıyorsun ama bu seni çok yoruyor," dedi. Parmaklarını ufaklıktan koparamamıştı, bebek onun ruhuna dokunmuş ve onu huzura kavuşturmuştu. Gülümseyerek ablasının karnına baktı ve ona küçük bir öpücük yolladı. Onu şimdiden bu kadar çok seviyor olması, bir an kendisini kucağında bebeğiyle uyurken hayal etmesine neden olmuştu.

Ve minik prensesi, onu hemen çözmüştü. Engel olamadığı gözyaşlarını yatağın yumuşak yüzeyine bıraktı, ikisi de sessizce ağlıyor ve arada kendi hâllerine gülüyorlardı. Ama yine de konuşurken, güçlü durmaya çalışıyorlardı. Öksürüyorlar, boğazlarını temizliyorlar, sonra yine kahkahalara boğularak birbirlerine sarılıyorlardı. Ağlamayı kesip, ikisi de başlarını birbirlerinden uzaklaştırdığında yorgun görünüyorlardı. Göz göze geldiklerinde, Julie destek olma sırasının kendisinde olduğunu anladı, Rose o an daha önemliydi ve hamileliği onu duygusal yönden karmaşık bir kadına çevirmişti. Yutkundu ve elleriyle gözlerini silerek karşısında duran muhteşem güzelliğe dalıp gitti.

"Bize savaşmayı sen öğrettin, Rose."


LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin