-6-

11.6K 737 7
                                    

Ve evet belki Tanrı onunla konuşmuştu ama yardımcı olduğu söylenemezdi.

"Artık William yok, kurdun oğlu! Yeni bir dönem başlıyor, artık biz varız. Sen, ben ve bizim yanımızda olmayı tercih edenler..."

Diğerlerinin canı cehenneme değil mi Edward? Masumlar kimin umurunda ki?

Eider, geri kalan herkesin acımadan öldürüleceğini çok iyi biliyordu ve o ölmek istemesine rağmen bu kötü zamanda halkını yalnız bırakamazdı, bu da bildiği ve kabullendiği bir diğer gerçekti. Hayatı asla onun isteğine göre şekillenmemişti.

"Başka şansım olmadığına göre, bunu kabul etmek zorundayım."

Edward, hemen söze girip Eider'e doğru yürümeye başladı. . Duygusuz duruşuyla bir şey belli etmemiş olsa da, içinde fırtınalar kopuyordu. Ne olursa olsun, kendi ülkesine ihanet edecekti ve bu midesini bulandırıyordu.

Edward, "Daha bitirmedim, kurdun oğlu," dedi ayaklarını yere vurarak.

Ona böyle seslenmeyi bırakmalıydı, evet o kurdun oğluydu ve Eider'e babasını ne kadar çok özlediğini tekrar tekrar hatırlatıyor Eider'in duygularını altüst ediyordu. Babasını onlardan alan adamların karşısında boyun eğiyor oluşunu yüzüne vuruyor ve babasının onunla gurur duymayacağını söylemek ister gibi emirlerini kendinden emin bir şekilde sıralayıp mutlulukla açılmış olan ağzını kapatma zahmetine girmiyordu.

Tanrım güç ver...

"Leydi Rose ile evlenecek, onu da yanında götüreceksin. O senin sağ kolun olacak ve bana zamanı geldiğinde hesap verecek. Sana ne kadar güvenebilirim ki? Sonuçta sen, lanet olası bir İskoç'sun!" dedi ve iğrenç kahkahalarıyla kendisini eğlendirmeye devam etti. Açık olan ağzı daha fazla açılmış ve her şeyi içine almak istercesine mide bulandırmaya başlamıştı.

Eider, sinirine hâkim olamayıp bir adım öne çıktı. Kadının tam arkasında durdu ve siyah başlığına doğru derin bir nefes verdi.

"Ben asla yalan söylemem! Bunun için peşime bir kadın takmanıza gerek yok," dedi aceleyle, sanki onu kararından döndürmek ister gibiydi ama Edward'ın gözleri, bunun imkânsız olduğunu söylüyordu.

Edward, başını iki yana sallayarak Eider'e daha fazla yaklaştı.

"O, bir kadından çok daha fazlası kurdun oğlu... Ve inan bana, günün birinde onunla evlendiğin için bana teşekkür edeceksin."

Eider ellerini beline dayayıp nefes almaya çalıştı, temiz havaya ihtiyacı vardı. Soğuk havanın, onu kendisine getireceğini umuyordu.

"Umarım bu kadın, güzel ve akıllıdır."

Umurunda olmamasına rağmen neden böyle bir soru sorduğunu bilmiyordu, istediği tek şey kralın bu kararından bir şekilde vazgeçmesiydi.

"Seni kaçırabildiğine göre, inan bana o gerçekten akıllı ve güçlü bir kadın! Güzelliğine gelince, onun yüzünü ve vücudunu görmediğim için bununla ilgili yorum yapamayacağım, buna sen karar vereceksin evlat."

Edward, her zamanki ahlaksız yorumlarında bulunuyor ve Rose'un bütün nefretini üzerine çekiyordu. Rose, ne karşı çıkabiliyor ne de onun için söylenen ahlaksız sözleri durdurabiliyordu. Bir krala hayır diyebilecek kadar güçlü değildi.

Eider, kralın 'seni kaçıran' dan sonra söylediği hiçbir şeyi duymamıştı. Sanki birisi kafasına odunla vuruyor ve uzun saçlarına asılıyordu. Önünde duran ve ona sonsuz bir nefretle bağlı olan kadınla evlenecekti. Aşkla değil, nefretle süslenen bir düğün... Bu bir tür kâbus olmalı diye düşündü. Uyansa bile kurtulamayacağı büyük bir kâbus!

Edward havada dolanan gerilimi sezerek, iyi kral rolüne tekrar büründü. Sevimli görünmeye çalışarak, gülümsedi.

"Siz, tanışmadınız değil mi?"

İkisi de bakışlarını Edward'a doğru kaldırdığında, kralın bir adım geri çekilip tahtına doğru gitmesine neden oldular. Eider ve Rose, kendi çapında ölüm saçan savaşçılardı ve Edward onların birliğinden korksa da bir araya gelmelerinin sağlayacağı avantajların da farkındaydı.

"Leydi Rose Crowfeld. Soylu Mark Crowfeld'in en büyük kızı. Kendisi, benim en güvendiğim askerlerimdendir."

Eider, onun İngiltere'nin dikenli gülü olduğunu şimdi anlamıştı. Kulağına gelen destansı hikâyelerden, Rose Crowfeld'in acımasız bir kadın olduğunu biliyordu. Erkekleri cazibesiyle ve kılıcıyla öldürebilen tek kadındı. Ve kardeşlerinin de, onun izinden gittiğini duymuştu. Bu dört kardeş, İskoçlara olan düşmanlıklarıyla tanınıyorlardı ve Edward onları evlendirmeye kararlı görünüyordu. Eider asılmayı tercih edeceğini düşündü, bu kadın onu içten içe öldürecek ve sonunu getirecekti. Bunu şimdiden görebiliyordu.

"Kralım, bunu bir daha düşünmeniz için size yalvarıyorum. Eider McDuck'a uygun birçok leydi var..."

Eric, "Yoksa lordumdan korkuyor musun Leydi Rose ya da İngiltere'nin dikenli gülü mü demeliydim?" diyerek Rose'la alay etti ve onun öfkeyle yanan yeşil gözlerinin hedefi hâline geldi.

Rose ise "Onun adına korktuğum için, bu evliliği istemiyorum! Bir İngiliz olarak, İskoç bir savaşçıyla evlenmek yerine bir kazığa oturtulmayı tercih ederim," diyerek onlardan ne kadar nefret ettiğini göstermiş oldu.

Rose, evlenmek istemiyordu ve bunu Eider'in de istemediğini biliyordu. Adamın sessizliği ve yumruk yaptığı elleri bunu belli ediyordu, sıkıntıyla titreyen sesine aldırmadan konuşmaya devam etti. Onunla evlenirse içinde dindiremediği nefreti, babasının intikamı ne olacaktı? Rose, elini yavaşça kalbinin üzerine bastırdı ve dua etmeye başladı. Kralının bu kararından vazgeçeceğini biliyordu, bu karmaşadan kurtulmak istiyordu. Yüzünde beliren umut ışığıyla Edward'a baktı. Ama duyacağı sözlere hazır değildi. Her bir söz, onu taht odasının kalın ve işlemeli duvarlarına kadar sürükledi. Kralın sözleri, ruhuna ve bedenine bir tokat gibi çarpıyordu.

"Daha fazla söz istemiyorum, leydim. Şimdi evlenecek ve tekrar yola çıkacaksınız! İskoç toprakları üzerinde yaşasanız da, bir İngiliz soylusu olduğunuzu ve bana hesap vermek zorunda olan bir asker olduğunuzu unutmayacaksınız. Bunu bir görev olarak düşünün, mutlu bir evlilik olup olmayacağı ise tamamen sizin ellerinizde. Şimdi gidin ve hazırlanın. Haberlerinizi bekliyor olacağım Leydi Rose, bir şey yapmaya kalkışmayacağınızı düşünüyorum, hatta bundan eminim."

Rose'un kabullenmişliği gözlerine yansıyordu. Edward, onu bu görev için seçtiğinde tüm bunları planlamış olmalıydı. Onlara ise bunları kabullenmekten başka bir seçenek kalmıyordu. Eider tüm olan biten karşısında rahatlamaya çalışırken, Eric ise donmuş gibi onun arkasında duruyor ve gözlerini kırpmadan karşısında gelişen sahneyi izliyordu. Edward'ı öldürmemek için bahaneler arayıp duran zihnine müdahale edemiyor, hareket etmeyen bedeninin kök salmak üzere olduğu hissine kapılıyordu. Eider, vücudundaki tüm kanın ters yönde akmaya başladığını hissederken, evleneceği gizemli kadının korkuyla geri sıçrayışı ile kendisine geldi. Evet, Leydi Rose'un da hassas olduğu şeyler vardı, kız kardeşleri... Onun hakkında çok şey duymuştu ve bunlardan birisi de kardeşleri için bir anneden farksız olduğuydu.

Eider, engel olamadığı ayaklarının ona önderlik etmesiyle Rose'a doğru yürümeye başlamıştı, bunu neden yaptığını bilmiyor, ama kendisini mecbur hissediyordu. Söylenilenin aksine, o kalpsiz bir adam değildi. Kral ve odadaki iki asker onu sessizce izliyor, müdahale etmiyorlardı. Karısı olacak kadına dokunması onları şaşırtmıyor ya da rahatsız etmiyordu. Sırtını duvara yaslamış olan Rose, onun gelişini teslimiyet içinde izliyor ve karşı koyamıyordu. Ne yapabilirdi ki? Karar verilmişti, evleneceklerdi!

Eider, onun yüzünü görmek ve duygularını yüzünden okumak istiyordu ama başının etrafına sardığı kumaş parçaları buna engel oluyordu. Eider'in dokunduğu kollar, bir buz parçası kadar soğuktu ve titriyordu. Belli ki sinirlerine hâkim olmakta zorlanıyordu.

"Gitmeliyiz İngiliz."

Anlamsız bir cümle olmuş bence.

LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin