Eider çadıra gitmek için kaleden çıkarken, ona doğru koşan askeri fark etmedi bile. Ayakları onu taşımıyor, olduğu yere sessizce çökmek ve sonsuza kadar her şeyden uzaklaşmak istiyordu. Belki de onun gibi korkusuz bir savaşçı bile kaçmak isteyebilirdi...
"Lordum!"
Eider yüzünü genç İngiliz askerine doğru çevirdiğinde, gencin korkuyla geri sıçrayışını gördü. Siyah örgülü saçları, kana bulanmış yüzüyle pek de sevimli göründüğü söylenemezdi. Eider ona konuşmasını söylediğinde, çocuk nefes almadan her şeyi anlatmaya başladı, konuşması bittiğinde ise nefes nefeseydi ve hâlâ Eider'den
korkmaya devam ediyordu.
"Kralımız, sizi ve leydimizi sarayında bir hafta ağırlamak istiyor, ayrıca sizin bu teklifi geri çevirmeyeceğinizi bildiğini de söylememi istedi."
Savaşı kazanacağımı biliyordun ve şimdi tüm olan biteni öğrenmek için, beni ayağına çağırıyorsun Edward. Tanrı şahidim olsun ki, sana bunların hesabını soracağım gün de gelecek...
Eider, gözlerine damlayan kanları eliyle silerek çocuğu daha net görmeye çalıştı. Durmadan titriyor ve ellerini yüzünün önünde tutuyordu, Eider'in ona vuracağını düşünüyor olmalıydı. Eider, saçlarından süzülen kanı tekrar eliyle sildi ve gereken cevabı çocuğa verdi.
"Kralınıza geleceğimizi söyle genç adam," diyerek yoluna devam etti. Ama onu durduran bir kalabalık daha vardı arkasında, işte İngiltere'nin çiçekleri... İskoçya'nın en korkusuz adamlarıyla beraber kusursuz bir tablo oluşturuyordu. Ama Harold'un bakışları, onu huzursuz etmeye yetiyordu. Julie'ye doğru döndüğünde, onun bu korkusuz ve kaba İngiliz'in hakkından gelebileceğine inandı. Eider, aniden "Benden ne istiyorsunuz?" dedi karşısındakileri de şaşırtarak. Julie, yavaşça öne çıkarak ona ablasının bakışlarını göndermeye başladı. Nasıl da özlemişti Rose'u, ondan uzak durmakta zorlanmıştı ama onu görememek Eider'i diri diri yakmıştı.
"Bana, Rose gibi bakmaktan vazgeç ufaklık!"
Julie'nin, Rose'dan farklı olmasını sağlayan birkaç şey vardı. Düz kızıl saçları, kısa boyu ve nefretle parlayan yeşil gözleri... Eider, onu ehlileştirilmemiş bir ata benzetiyordu. Julie koşmak istiyor ama boynuna dolanan ipler onu bazı şeylere mahkûm ediyordu.
Kocasına...
"Konuşmalarına dikkat et, Eider McDuck!"
İşte bu şaşılacak bir diyalog olmuştu ama Eider'in içi rahatlamıştı, doğru seçimler yapmıştı ve onlar birbirlerini her ne olursa olsun kabullenmişlerdi. Julie, onları susturarak konuşmaya başlamıştı bile ama Eider hâlâ Harold'a bakmaya devam ediyordu.
"Beni dinle, İskoç bozuntusu! Ablama iyi bak ve bu topraklara sahip çık, hepimize görevler verdin ve sen de sana düşen kısmı yerine getir. Acını unut ve önüne bakmaya çalış."
Julie, ona nasihat veriyor gibiydi ve bazı şeylerin kötüye gitmesinden korkuyordu. Onun, acısına kapılıp kötü şeyler yapacağını düşünüyor olmalıydı. Eider ona söylemeyi unuttuğu bir şey olduğunu hatırladığında, dudaklarının kıvrılmasına engel olamadı.
"Rose, hamile..."
Ve sessizlik...
Üç kız kardeş de mutluluktan ağlıyor ve kocalarına sarılıyorlardı. Eider, büyük ve mutlu bir ailenin çok da uzakta olmadığını onlara bakarak görebilmişti. Konuşamadılar ve sessizce birbirlerini izlediler, bu konuşmaktan daha derin ve etkili olmuştu. Önce Johanna ve Derek yanlarından sessizce ayrıldı, sonra Torry ve Sarah ve son olarak Julie ve Harold.
Julie ise giderken bile son sözünü söylemeyi ihmal etmedi. "Sen gerçekten iyi bir adamsın İskoç, sadece ablamı benden aldığın için sana kızıyorum. Mutlu olun..." diyerek Harold'un arkasından gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
RomanceSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...