"Ne var yüzümde?" dedi, ellerini yüzüne götürürken. Tekrar ellerine baktığında, kan damlalarıyla karşılaştı.
"Kanıyorsun," dedi Johanna.
"Kanayan içim yüzüme vurmuş olmalı Johanna," diyerek yüzünü koluna sildi, önemli bir şey yoktu sadece ufak bir sıyrıktı hepsi o. Johanna, fazla abartıyordu ve Sarah onun bu davranışlarına anlam veremiyordu, omuz silkip yürümeye devam etmiş ablasının sevgi dolu dokunuşunu unutmaya çalışmıştı.
Johanna sinirle boğazına yapıştığında, Sarah irkildi ve ona bakarak ne olduğunu anlamaya çalıştı. "Senin neyin var böyle Sarah? Alay ediyorsun, gülüyorsun, konuşuyorsun ama içinde kanayan bir yara ve ağlayan bir kadının olduğunu söylemekten çekinmiyorsun!"
"Ben öyle bir şey söylemedim, Johanna."
"Söylemedin evet ama benim anladığım kesinlikle buydu."
"Beni rahat bırak Johanna!" dedi ve ona yaşadıklarını belli etmemek için kaçamak cevaplar verdi. İlk defa ablasına karşı çıkıyor olmak farklı hissetmesine neden olmuştu ama şimdi kendi sıkıntılarını anlatmanın ne yeri ne de zamanıydı.
"Seni rahat bırakacağım ama o deniz solucanını asla," diyerek arkasını döndü ve Rose'un peşine takıldı. Johanna onu anlayabiliyordu, çünkü kendisi de benzer şeyler yaşıyordu ama kardeşinin böyle üzülmesi ona ağır gelmişti.
"Onu da rahat bırakacaksın ve konuşmanın yarısında Rose'un peşine takılıp gitmekten vazgeçeceksin Johanna."
Ama Sarah hiçbir karşılık alamamış, öylece atların yanında dikilmeye devam etmişti. Yolculuk kısa sürmüştü ama günün daha uzun ve zorlayıcı bir şekilde biteceğini şimdiden görebiliyordu.
*
Üçü de toprakla ve otlarla kaplı gizli kapıyı bulmaya çalışırken, Rose, tüm toprağın boğazına ve burnuna kaçtığı için olduğu yerde öksürük krizine girmiş, nefes almaya çalışıyordu. Babasının ona bahsettiği kapıyı bulamıyor ve bulmaya çalışırken de her şeyini kaybetme noktasına geliyordu. Karnı acımaya ve vücudu yorgunluğun vermiş olduğu halsizlikle titremeye başlamıştı.
Bebeğim sana iyi bakmalıyım biliyorum ama bugün için özür diliyorum...
"Sarah, bana su getir," dediği an elinde bir su matarası belirivermişti bile, kardeşine baktı ve gülümsemeye çalıştı. Onun için yapamayacakları hiçbir şey yoktu. Rose için bir kuş olup uçabilirlerdi ve kardeş olmanın en güzel tarafı da buydu. Hayatının her anında güvenebileceği en değerli insanlar onlar oluyordu.
"İyi misin Rose?"
Rose, yere oturmuş, gözlerindeki toprakları çıkarmaya çalışıyordu ama yüzünü yıkadıkça gözlerine batan çamur tanecikleri canını daha çok acıtıyordu. Onların üstünü kapatan ağacın yapraklarına asıldı ve o yaprakların havlu görevi görmesini dileyerek yüzünü silmeye başladı. İşe geri dönmeli ve onlara yardım etmeliydi. Kardeşlerinin onun için endişelenmemesini ve işlerini bırakmamalarını ancak bu şekilde engelleyebilirdi. Acıyan karnını tuttu ve derin nefesler alarak gücünü geri toplamaya çalıştı.
"Orada, kapı orada Sarah!" dedi güçlükle boğazı yanıyordu ama oturduğu yerden kapıyı seçebiliyordu. Sarah, onun önünden kalkarak gösterdiği yere gitti ve Johanna'yı da yanına çağırdı. İkisi hızla tahta kapıyı gün yüzüne çıkardılar ve onlar da öksürerek geriye doğru çekildiklerinde, üç kadın kanayan tırnaklar ve çamurla dolan gözlerle kendilerini yeşil çimenlerin üzerinde toparlanmaya çalışırken buldu. Julie'ya ulaşmak için her şeyi yapmaya hazırlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
RomanceSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...