-50-

7.4K 449 0
                                    

"Bu da ne demek şimdi?"

Eider, hemen ayağa kalktı ve sağa sola bakmaya başladı. Bakışları yerde gezinmeye başladığında, Rose'un yanındaki sarılığı gördü. Kusmuştu, bu hamileliğin ufak bir işaretiydi ve orada duruyordu. Rose yüzüne düşen saçlarını elleriyle geriye attı, Eider'e baktığında onun şaşkın ve ne yapacağını bilmez bir hâlde olduğunu gördü.

"Bu demek oluyor ki, baba olacaksın."

"Bu olamaz!"

"Bunu bana yapmaktan vazgeç, Eider. Çocuk nasıl yapılıyor, sen de ben de çok iyi biliyoruz ve bunu defalarca yaptık, sonuçlarına da katlanmak zorundayız."

Rose, karnına dokundu. Ona uzanmak istiyordu. Onu sevmiyormuş gibi konuşmak ne kadar da zordu. Kardeşlerini, çocuklarıyla hayal ederken şimdi o mu bebeğini kucağına alacaktı?

"Bu sonuçlara biz katlanabiliriz ama o minicik bebeğin bu kötülüğün içine doğmasına nasıl katlanırım bilmiyorum..." dedi ve adımlarını sıklaştırarak, kendi etrafında küçük bir daire çizmeye başladı. Rose, oturduğu yerden öyle hızlı kalkmıştı ki kemikleri sızladı. Gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Bugün olanlar ikisine de çok fazla gelmişti ve Tanrı her şeyi üst üste vererek, onlara nefes aldırmıyordu. Rose onu durdurduğunda, kızaran siyah gözlere baktı sessizce etrafı saran sık ağaçlar ve kaybolan güneşin geriye bıraktığı karanlık onları sarmaya başlamıştı. Eider kollarını okşayıp, sonra ellerini saran soğuk elleri izledi. Rose, parmakları üzerinde kalkıp dudaklarına uzandığında ise ses çıkarmadan ona boyun eğdi ve öpücüklerine karşılık verdi. Dudaklarına gelen tuzlu gözyaşlarını hissettiğinde, elleri arasında duran güzel elleri kendi beline sardı ve Rose'un güzel yüzüne uzandı. Akan her bir damlayı parmaklarıyla yakalayıp onu ve bebeği koruyacağına dair yeminler etmeye başladı.

Rose onun teselli eden yumuşak sesini her duyuşunda, gözlerine dolan yaşlar durmaksızın akmaya devam etti.

"Eider McDuck."

"Buradayım İngiliz, sakinleş ve ağlamayı kes. Tanrı aşkına, sen ağlarken ben ne yapacağımı şaşırıyorum."

Rose'un gözyaşlarıyla ıslanan yüzünün, kocaman bir gülümsemeyle aydınlandığını gördüğünde, Eider gelecek her şeye kendini hazırlamaya başladı. Onun yaralı yüzüne ve kalbine karşı koyamıyordu. Ve onun için her şeyi yapmaya hazırdı.

"Beni seviyorsun Eider McDuck, bunu bana ve kendine asla söylemeyecek olsan da bunu hissedebiliyorum," diyerek, Eider'in sakallarla kaplı gizemli yüzünü okşamaya başladı.

"Seni sevmemeliyim İngiliz..."

Eider yüzünü yumuşak ele sürerken, onu ele veren bu kelimelere engel olamamıştı. Daha fazla inkâr edemez ve karmaşıklığın içinde sürüklenemezdi.

Eider, ona sıkıca sarıldı ve yüzünde beliren gülümseyişini saklamak için yüzünü mis kokulu kızıl saçların arasına saklandı. Ayrıldıklarında ikisi de uzun uzun birbirlerine baktılar ve konuşmadan yürümeye başladılar. Rose'un sallanan kalçaları, aklına güzel görüntüler getirse de Eider bunlardan hemen kurtuldu. Gecenin karanlığı, onları kolay bir hedef hâline getiriyordu ve artık koruması gereken iki kişi vardı. Bu duruma alışmak ve kabullenmek zorundaydı.

"Sen odaya git İngiliz. Ben, son kez etrafa bakıp geleceğim."

"Ama başın?" dedi ve ona uzanmak için elini havaya kaldırdı Rose ama Eider hemen geri çekildi.

"Ben iyiyim, endişe etmene gerek yok. Sen kendine dikkat et, ben öyle ya da böyle yaşarım," dedi ve Rose'un kararsız bir şekilde yanından ayrılışını izledi.

Eider ağrıyan başını eliyle yokladığında, büyük şişliğin saçlarının altında aynı heybetiyle duruyor olduğunu anladı. Eline aldığı meşaleyle, küçük evlerin çevresinde dolaşmaya başladı. Her şey yolundaymış gibi görünmesine rağmen, gecenin sessizliğini bozan fısıltılar kulağına gelmeye başladığında, fark edilmemek için elindeki meşaleyi bir evin çatısına takarak yolunu değiştirdi ve seslerin geldiği tarafa, arkadan dolaşarak yaklaşmaya başladı. Eider onların yüzünü seçemiyor ama söylediklerini duyabiliyordu. Bunlar onlara zarar vermek isteyen adamlar olabilirdi. Herkes olması gereken yerdeydi ama bu adamlar kalenin en sessiz ve sakin yerinde bir araya toplanıp bir evin arkasında fısıldaşarak ne konuşuyor olabilirlerdi.

"Onları kim öldürmek istiyor olabilir?"

Diğer adam homurdanarak ona cevap vermeye çalıştı, sinirden konuşamıyor ve kendisine engel olmakta zorlandığı belli oluyordu. Sesi gürültülü bir öksürük gibiydi ve Eider onu anlamak için elinden gelen her şeyi yapıyordu.

"Onları herkes öldürmek istiyor, bunu göremiyor musun? Asıl önemli olan şey, onları bizim öldürmemiz. İşimizi yapıp, buralardan kaçmalıyız."

Eider onlara saldırmak istiyordu ama bu işin içinde başkalarının olduğunu anladığında onlara saldırma fikrinden hemen vazgeçti. Bütün isimleri öğrenmeli ve hepsinden kurtulmalıydı. Hayatlarını tehlikeye atma şansı yoktu. Koruması gereken çok fazla insan vardı. Ve hepsinin hayatını güvence altına almak için, tehlikenin köküne inmek ve her şeyi temizlemek zorundaydı.

"Onlardan kurtulmak isteyen bu kadar çok kişi varken, nasıl hayatta kalmayı başarıyorlar anlamıyorum," dedi adam gülerek. İçindeki kötülük, âdeta sesine yansıyordu.

"Soruları bir kenara bırak ve onlara odaklan, yaptığımız her şeyi ona da anlat. Onun nefreti altında ezilmek istemezsin genç adam." Eider'in kulağına takılan en önemli sözcük "onun" olmuştu, onları kontrol eden ve yöneten biri olmalıydı. Eider, kendisini de korumak zorunda olduğunu artık öğrenmişti. Rose'un dediği gibi, onun için yaşamalıydı. Saklandığı evin kıyısından sıyrılarak, adamın arkasından gitti ve iki adamın da askerlerin yattığı alana gittiklerini gördüğünde şaşırmadı. Onlar İngiltere'nin tüylerle süslenmiş, güvenilmez askerleriydi ve Rose'a ihanet ediyorlardı. Eider onların kalabalığın arasına karıştığını gördüğünde, artık yapacak bir şeyin kalmadığını anladı ve kalenin ucunda görünen büyük odaya dikti gözlerini. Rose onu bekliyordu.

Kendi askerlerinin yanına gitti ve korunması gereken her noktaya askerlerini yerleştirdi. Kimseye belli etmeden kendisini ve ailesini korumak zorundaydı ama artık kendi askerlerine bile güvenmekte sorun yaşıyordu.

999,"ht2\

LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin