-70-

6.4K 440 3
                                    


"Adın nedir?" dedi Rose. Duydukları karşısında şaşırmış ve uzun zamandır ilk defa içi mutlulukla dolmuştu. Bir kadını mutlu eden şeyler arasında, güzel sözler ilk sırada yer almalıydı ve Rose bu güzel sözlere karşı fazlasıyla dayanıksızdı.

"Ben Mary ve arkadaşım Anne. Leydim, sizinle tanışmak bizim için büyük bir onurdur..."

"Güzel sözlerin için teşekkür ederim Mary," dedi ve elbisesine uzandı.

Elbisenin altına, hiçbir şey giymemişti ve bunu bilerek yapmıştı. Elbisenin kabarık eteğinde, siyah ve kırmızı renklerinin değişik tonları vardı, Rose onları her izleyişinde başının döndüğünü hissetti. Elbisenin sırtı ve göğüs dekoltesi oldukça cüretkârdı, göğüs uçlarının görünmemesi için dikkatli olması ve hızlı hareket etmemesi gerektiğini, aklının bir köşesine yazmalıydı. Kolları uzun ve kapalı gibi görünse de, sırt ve göğüs dekoltesi bir erkeği çıldırtmaya yetecek güçteydi. Sırtındaki bağcıklar şeffaf ve teninin gösterecek şekilde beline kadar iniyordu. Ve belinin etrafına sardığı, Eider'in renklerine sahip ekose kumaşı onu tamamlıyor, aslında nereye ait olduğunu gösteriyordu.

"Leydim, saçlarınızı nasıl yapmamızı istersiniz?"

Rose, elbisesinin güzelliğinin görünmesini istiyordu ve bunun için uzun kızıl buklelerini toplattıracaktı. Her şey, Eider içindi ya da onu çıldırtmak içindi... Rose buna tam olarak karar veremiyor ama yaptığı her şeyden zevk alıyordu. Elbisesi harikaydı ve yapacağı şeyler için güzel bir zemin hazırlayacağına emindi. Eteklerinin altından giren serin hava ise kadınlığını sızlatıyor ve Eider'in sıcaklığını aramasına neden oluyordu.

"Onları toplamanızı istiyorum bayanlar ve size güveniyorum," diyerek kendisini onların eline teslim etti. Gözlerini tekrar açtığında, aynada gördüğü kadının kendisi olup olmadığına inanamadı. Kızıl buklelerinden birkaçı yüzünün iki yanına düşüyor, kırmızı dudakları daha dolgun, yeşil gözleri ise daha can alıcı görünüyordu. Rose aynanın karşısında birkaç kez daha döndükten sonra, arkasında duran kadınlara teşekkür etmek için onlara döndü ve onların sessizce ağladıklarını gördü. "Tanrı aşkına, siz neden ağlıyorsunuz?"

Kadınlardan birisi "Siz gerçekten güçlü ve güzel bir kadınsınız leydim, İngiltere'nin gülü olarak size her zaman saygı duyulacak, bunu asla unutmayın," dedi ve hemen sonrasında iki kadın da reverans yaparak, ona saygılarını sundular.

Rose onların gidişini gözleri dolarak izledi, dünyada hâlâ iyi insanlar vardı. Yatağının kenarında duran kılıçlarına uzandı, kabzasında işlemeleri ve mücevherleri olan hançerini almayı tercih ederek onu beline astı. Şimdi tam bir savaşçı gibi görünüyordu. Elbisesinin üstünde duran deri kayış, pek hoş görünmese de ucunda duran hançer tüm ilgiyi üstüne toplamayı başarıyordu. Kapısını tıklatan asker, saygıyla odasına girdi ve kralın onu beklediğini söyledi.

Rose, attığı her adımda kalbinin de ağzında attığını hissediyor ve bu durum midesinin bulanmasına neden oluyordu. Kusmak, korkak kadınlara özgü bir davranıştı ve o asla böyle bir şey yapmayacaktı. Nefes alışlarının düzene girmesi için soğuk taşlara yaslandı ve önünde yürüyen asker fazla uzaklaşmadan, tekrar onu takip etmeye başladı. Bacakları titriyor, nefesleri birbirine karışıyordu ve henüz kimseyi görmemişken böyle oluyorsa, içeri girdiğinde nasıl olacağını sadece Tanrı biliyordu. Rose, insanların karşısına çıktığında ne yapacağını düşünürken, kendisini büyük yemek salonunun işlemeli altın kapısının önünde buldu. Askerin ona dönmesiyle düşüncelerinden arındı ve onun dediklerini anlamaya çalıştı. Eider'in bakışlarını yakalamak ve ayakta kalmak istiyordu. Dimdik ve korkusuzca! O, İngiltere'nin gülüydü.

Açılan kapının ardında görünen alev topunu herkes fark etmişti. Kral, Eider'le karşısında konuşan adamı dinlemeyi bırakıp, ayağa kalkmış ve kapıya doğru yürümeye başlamıştı. Eider ise arkasındaki sessizliğe doğru döndüğünde, kapıdan giren muhteşem güzelliğin kendi karısı olduğunu ve onun kralının kolları arasına girdiğini gördüğünde, elinde duran içki bardağını onunla konuşmaya çalışan kadınlardan birinin eline tutuşturdu ve Rose'a doğru yürümeye başladı. Ona yaklaştıkça içinin kıskançlık ateşiyle yandığını hissetti, bu çok yabancı olduğu bir duyguydu ve alışması epey zamanını alacağa benziyordu. Eider, içinde dolanan duyguları bastırmaya çalıştıkça başarısız oluyor ve ayaklarına engel olamıyordu. Kralın ve Rose'un önünde durduğunda, onlara tepelerinden bakmaya devam etti. Karısının kırmızı göğüs uçlarını görüyor, bir kurt gibi ulumak ve onu inine götürüp kapatmak istiyordu.

Edward, onların tutkulu bakışları arasında yanmaktan korkarak, bir adım geri çekildi ve Eider'i izlemeye başladı. İskoçya'nın korkusuz savaşçısı, bir kadın yüzünden yerle bir olmuş gibi görünüyordu ve İngiltere'nin gülünün durumu da ondan farklı değildi. Herkes susmuş ve bütün bir salon, onların hırıltılı nefesleriyle dolmuştu. İnsanlar gözlerini kırpmadan, onların kavga etmesini ve Rose Crowfeld'in İskoç'a haddini bildireceği anı beklemeye başlamışlardı.

Rose, onun beyaz gömleği altından sırıtan kaslarını izlemeye doyamıyordu. İnce beline oturan beyaz gömleği ve siyah yeleğiyle tezatların en güzel şekliydi ve Eider tam bir İngiliz beyefendisi gibiydi. Siyah İngiliz pantolonu içinde, gayet rahat görünüyordu. Uzun siyah deri çizmeleri ise aklını kaybetmesine neden olacakken, Rose bakışlarını tekrar onun yüzüne çevirdi. Salonun en yakışıklı erkeğiydi. Siyah uzun kirpiklerinin sakladığı gizemli gözleri, kemikli çenesi, kırmızı dolgun dudakları ve uzun örgülü saçlarıyla, farklı olduğunu herkese belli ediyordu.

"Aklını İskoçya'da bırakmış olmalısın, İngiliz!"

Rose sırıtarak ona bakmaya başladığında, Eider sinirlerine hâkim olmayı bir kenara bıraktı ve sinirle Rose'un kolunu tutarak, onu çekiştirmeye başladı.

"Kolumu bırakmazsan, seni burada herkesin önünde öldürürüm!"

"Benim sana kızmam gerekirken, sen mi bana kızıyorsun?"

"Düşünün lordum... Çok iyi düşünün, burada asıl kızması gereken kim?" diyerek, kolunu kurtardı ve kalabalığın arasına katıldığında, herkes bir şey olmayacağını anlayarak eğlenceye geri döndü.

Eider onun arkasından gözlerini kısarak baktı, Rose'unne yapmaya çalıştığını anlamıyordu ama büyük salonun içindeki bütün erkeklerinbakışlarındaki açlığı izlemek sinirini bozuyordu. Evli lordların bakışlarındagördüğü arzu, onu son noktasına getirmişti. 

LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin