10.BÖLÜM
"Onlar İskoçya'nın kurtlarıydı, korkusuzca savaşır ve kazanırlardı. Sadece sevdikleri için..."
Leydi Rose Crowfeld'in Günlüğü
Nisan 1290
Günler akıp giderken, değişmeyen tek şey karmaşanın kendisiydi. İnsanlar hâlâ tedirgin ve güvensizdi. Rose, hamile de olsa bu durum onun bir İngiliz olduğu gerçeğini hiçbir şekilde değiştirmiyordu. Şişen karnı ya da Eider'e olan bağlılığı, önemsenmiyordu.
Lisa gerçek olan ve önemsenen tek kişiydi, Eric'in nefretini ve Lisa'nın acı dolu hayatını İskoç halkı da yaşıyordu.
Eider, ona iyi davranmak ya da kötü davranmak arasında sürüklenip duruyordu. Rose'a uzattığı elleri, hep havada kalıyor ve asla ona dokunamıyordu. Aralarında doğan bu sevgi bağı, her geçen gün inceliyor ve her gece yeniden baştan örülüyordu. Onlar ne kadar ilerlerse ilerlesin, aralarında bir engel koymak isteyen hayatla karşı karşıya kalıyorlardı. İncelip kalınlaşan bu sevgi bağı, onları bir arada tutan tek şeydi aslında.
*
Rose gün geçtikçe belirginleşen karnına, her gün şaşırarak bakıyor ve içinde büyüyen parçasını sevmeden duramıyordu. Çoğu zaman, kendisini onunla konuşurken ve ona şarkılar söylerken buluyordu. Ondan başka, konuşabileceği kimsesi de yoktu. Eider, son günlerde yorgun ve aklında onlarca düşünceyle yatağına geliyor, ona sarılarak uyuyordu. Aralarına koymak istediği o engeli, Rose dokunarak hissedebileceğini düşünmeye başlamıştı artık. Hem Rose, hem de Eider birbirlerine duydukları arzuyu inkâr etmiyorlardı ama Lisa'nın başından geçenler ve Eric'in insanı ikna eden nefreti ve kini Eider'i katılaştırarak kendisine yasaklar koymasına neden oluyordu.
Ona ne zaman sorular sormaya çalışsa, aklını karıştıracak şeyler yapıyor ve tüm meseleler ertesi güne kalıyordu. Her şey normal bir şekilde ilerliyormuş gibi görünse de aslında ikisi de durumun o kadar da basit ve sorunsuz olmadığı görebiliyordu. Sözcüklerin yerini, akıl karıştırıcı dokunuşların aldığı bu evlilik kusursuz bir şekilde ne zamana kadar devam edebilirdi ki?
Ta ki Rose, atının üstünden düşene kadar her şey normalmiş gibi görünmeye devam etti ama o dakikadan sonra ikisi de normal olmaktan vazgeçmiş gibiydi.
Rose, o sabah ahırda duran atının yanına gitmiş ve onu severken her şeyi unutmayı dilemişti. Ama onu sakinleştirecek şeyin, onun üstünde rüzgâra doğru koşmak olduğunu anladığında hamile olduğunu unutup kendisini güzel atının üstünde bulmuştu. Saçlarının arasına giren sert soğuğu, kulaklarına dolan rüzgârın kaba ama sakinleştirici çığlığını özlemişti. Atına bindiğinde ve ahırdan dışarı çıktığında, atı huysuzlanarak acı dolu bağırışlarla şaha kalkmış, Rose o an dengesini sağlayamadan kendisini yerde bulmuştu. Gözlerini açtığında ise başucunda Eider'i görmüştü.
Her zaman imdadıma yetişecek ve beni kollarının arasına alacaksın değil mi? Tanrım, o bu kadar yakışıklı olmasa ben akıllı bir kadın olabilir ve hayatıma sakince devam edebilirdim ama onu gördüğümde tüm dünya karanlığa bürünüyor o bir ışık gibi gözlerimin önünde belirip içimi aydınlatıyor. Kalbim ellerimde çarparken, dilim damağım kururken, ben ondan nasıl olur da uzak durabilirim? Beni sevmesi için yüzlerce defa attan düşebilir, kemiklerimi kırabilirim tek bir şartım var, yine, yeniden imdadıma o koşacak.
Arkasında duran Eric, ona 'Yine mi başını belaya soktun?' der gibi bakıyordu. Rose, artık onun bakışlarından rahatsız olmaya başlamıştı. Eider'in aksine, o Eric'e güvenmiyordu. Belki de onu sevmediği içindi bu güvensizlik ama içinde bir yerlerde Eric için iyi şeyler düşünmeyen bir yanı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
Lãng mạnSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...