"Johanna, o tarafa doğru yerden oklarını atmanı istiyorum. Sen Sarah, benim arkamdan geleceksin ve benim temizlediğimden fazlası varsa onların icabına da sen bakacaksın."
Plan yapılmıştı her şey basit ve kolaydı. Johanna, ıslak zemine bir dizini yasladı ve arkasından üç ok çıkarıp, yayını gerdi. Sarah, bacaklarını genişçe açarak parmak uçlarında Rose'un arkasında yerini aldı. Rose ise önce şiş karnına, sonra kılıçlarına baktı ve Tanrı'nın kutsal varlığına, koruyuculuğuna sarıldı.
"Şimdi savaş zamanı kardeşlerim! Julie için..." dedi Rose ve kardeşlerinin savaş naraları onu izlerken, gözü kararmış bir şekilde ileri atıldı. Önünde iki sıra hâlinde dizilmiş adamlar vardı, çoğu ok darbeleriyle oldukları yere serilmişlerdi ama arkalarında olan adamlar çoğalarak onlara doğru geliyorlardı. Ne kadar öldürürlerse öldürsünler, askerler bitmiyordu ve Rose'un gücü tükenme noktasına gelmişti.
"Julie'ye ulaşmadan hepimiz öleceğiz, Rose!" dedi Sarah, bir adamın daha boğazını keserken. Rose kanla kaplı yüzünü silerek, kardeşine baktı ve önündeki iki adamı daha yere serdi. Tek avantajları, hızlı olmalarıydı. Ama asla bir erkek kadar kuvvetli olamazlardı. Hem de hamileyken, asla! Rose, karnına gelecek darbelerden kaçınıyor ve kılıçlarını bedeninin yan tarafına doğrultup, onlara sırtını vererek savaşıyordu. Karnını korumaya çalışırken de olması gerekenden daha fazla yoruluyordu.
"Hayır Sarah, ölmeyeceğiz!"
İnancı, onun en büyük silahıydı. Durmadı, bir nefes daha aldı ve hızlandı. Julie için her şeyi yapmayı göze almıştı. Ona söz vermişti. Kucağında anne diye ağladığı zamanlarda, kardeşine her zaman onun annesi olacağını ve onu asla yalnız bırakmayacağına dair söz vermişti, şimdi bunu ne pahasına olursa olsun yapacaktı!
"Julie," diye cırladı. Onun sesini kardeşlerinin tiz ve acı dolu yakarışları izledi. Güçlü kalenin karanlık, gizli geçidi kan, ölüm ve ihanet kokuyordu. Rose, kılıcının etrafında döndü ve bir adamın daha kolunu ikiye ayırdı, gözleri amcasını bulmaya çalıştı ama ortalıkta görünmüyordu.
"Korkuyorsun değil mi yaşlı bunak?"
Simon, "Belki korkuyorum ama siz daha çok korkmalısınız," diyerek başka bir meşalenin altında belirdi ve bu sefer elindeki hançerle Julie'nin boğazını kesmekteydi. Kardeşinin boğazından ve yüzünden kanlar süzülüyordu. Johanna ve Sarah'a baktığında, onların adamlarla boğuştuklarını gördü. Onları bırakıp, Simon'ın peşinden gitmek mantıklı görünmüyordu. Sayıları azdı ve karşılarında küçük bir ordu vardı.
Sana her şeyi anlatmalıydım Eider. Şu an yanımda olmalı ve benimle savaşmalıydın...
"Bırak onu Simon! Konuşalım!" dedi Rose sabırla ve onu sakinleştirmek için kılıçlarını yere doğru indirmeye başlamıştı.
"Sen konuşmak değil, beni ortadan ikiye ayırmak istiyorsun İngiltere'nin gülü!"
Bunu bilmen, beni çok mutlu etti Lord Simon!
Rose gülümsedi ve eğilerek iki kılıç darbesinden daha kaçtı. O güçlü bir kadındı. Savaşıyor, kardeşlerini gözlüyor ve kardeşinin boğazında ilerleyen hançere engel olmaya çalışıyordu.
"Çok mu belli ediyorum?" diyerek öne atıldı ve Simon'a yaklaşmak üzere olduğu için kalbine dolan ağırlıkla beraber ilerledi. Senelerce baba yerine koyduğu adam karşısında durmuş, daha fazla toprak için kardeşlerini ve onu gözünü kırpmadan öldürmeye çalışıyordu. Rose, ona bir adım daha yaklaşmıştı ve Julie'nin gerçekten ölü gibi amcasının kolları arasında durduğunu gördü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
RomanceSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...