-8-

11.3K 718 13
                                    


Hiçbir şey, planladıkları gibi gelişmemişti. Rose, yavaş adımlarla yeminlerini edecekleri yere doğru yürüyor ve gözleri sadece Eider'i görüyordu. Yirmi beş yaşındaydı, bu yaşına kadar sevebildiği tek erkek babası olmuştu, zaten babasından başka hiçbir erkek de onu sevmemişti. Şu an, onun burada olmasını ve tüm bu olan biteni durdurmasını her şeyden çok istiyordu, çirkinliği ve içini kavuran geçmişin acıları ruhuna huzur vermiyordu. Rose, babasını öldüren İskoçlardan biriyle evleniyordu. Belki Eider McDuck bunun sorumlusu değildi ama onların varlığını asla kabullenememişti ve onlara karşı bir sevgi besleyemiyordu.

Gözlerinin önünden gitmeyen kötü anıları, buna engel oluyordu. Rüya olmalı... Her şey, sadece kötü bir rüya olmalı diyerek gözlerini kırpmaya başladı, aklında dolanan tüm düşünceleri bir kenara bırakmaya çalıştı, fakat hiçbir şey işe yaramıyordu. Gözlerini tekrar açtığında, hep aynı manzarayla karşılaşıyordu.

Ona gerçek anlamda ilk defa bakıyor gibiydi ama Eider McDuck her geçen gün gözüne biraz daha iyi görünüyordu. Uzun boyu ve tüm erkekleri kıskançlıktan çıldırtacak kadar güzel vücuduyla, tam karşısında duruyordu. Onu öldürmek isteyen bakışları içine işliyor ama o gecenin karanlığından kopup gelen gözlerinin ardında yatan hüznü de görebiliyordu. Eider McDuck, ona acıyor ve ondan kurtulmak istiyordu.

'Her ne olursa olsun, bu adamdan kurtulmak zorundayım,' diye düşündü Rose ve onun bakışlarından kurtulmaya çalıştı. İngiltere'nin dikenli gülü, kocasını öldürürse pek de kötü karşılanmazdı. Zaten onu, kardeşleri dışında kimse umursamazdı... İşte yine, onları koruma düşüncesiyle içi burkuldu. Johanna, Sarah ve Julie, geride bıraktığı üç güzel kardeşi şimdi bir köşede silahlarıyla donatılmış ve siyahlara bürünmüşlerdi. Rose'dan öldür emrini bekliyorlardı. Birbirine acıyla kenetlenmiş dişleri ve büyüyen burun delikleriyle, çevrelerinde duran bütün meraklı kalabalığı korkutuyorlardı.

O ise kralının ona gönderdiği beyaz elbisesiyle, Eider'e doğru aşkla yürüyen bir gelini canlandırıyordu. Tüm İngiltere, ona her zaman saygıyla ve korkuyla yaklaşmıştı ama hiçbir zaman böyle bakışlara maruz kalmamıştı. Evet, yolunda gitmeyen bir şey vardı ve bu Rose'u huzursuz etmeye yetiyordu. Kılıç yarası, gerçekten bu kadar kötü ve korkutucu görünüyor olamazdı.

O yarayı, hiç açmamalı ve sonsuza kadar saklamalıydım.

Rose insanların şaşkınlığı ve lordların aç bakışları karşısında, ona kıskançlıkla bakan kadınları umursamadan kilisenin dar koridorunda yürümeye devam ediyordu. Kralın pişman olarak 'vazgeçtim,' diye bağırmasını beklerken, nedimelerinin başından aşağıya döktükleri güllerle güzel bir ölüme uğurlandığını anladı. Ama en çok, Eider ve Eric'in ne düşündüğünü merak ediyordu. İki İskoç onun için ne düşüyordu bilmiyordu ama Eider bir kazık yutmuş gibi görünürken, Eric gülmekten çatlayacakmış gibi duruyordu. Eider huysuz, Eric ise neşeli bir adamdı ama Rose o an her iki adamın da gözlerinde dolanan kararsız bakışları görebiliyordu. Eric tedirginliklerini gülücüklerine saklıyor, Eider ise bunu göstermekten çekinmiyordu. Kilisede kimse yokmuş gibi davranarak, ilgisini uzun beyaz elbisesinin işlemeli kollarına ve ellerinin arasında tuttuğu güllere verdi. İngiltere'nin gülü tam anlamıyla bir gül kadar zarif ve ilgi çekici görünüyordu.

Eider, bir alev topuyla yaşayacağından habersizdi ve gafil avlanmıştı. Bu kadın gerçekten tuhaftı ama lanet olsun çok güzeldi. Tanrı, kesinlikle onunla oyun oynuyordu. Onu cehenneme gitmeden, ateşe doğru sürüklüyor ve ateşle imtihan ediyordu. Eider başını Eric'e doğru çevirdiğinde, onun da ağzı açık bir şekilde Rose'u izlediğini gördü.

Orada olan kalabalık da, ondan farksızdı. İngiltere'nin soylu savaşçısı, ilk kez kendisini gösteriyordu ve bunu görmek isteyen herkes, birbirini ezercesine üst üste çıkmış tüm güzelliğiyle yürüyen gelini izliyorlardı. Rose, herkesten sakladığı yüzünü düğünü için açmıştı ve kralın bu emrine de karşı koyamadığı için kendisini tükenmiş hissediyordu, Eider bunun kralın emri olup olmadığını merak etti ve onun başka bir şey için daha zorlanmış olmasına sinirlenerek yumruğunu sıktı.

"Eric, o koca ağzını hemen kapatmazsan, bir daha açamayacağın şekilde kapatacağım!"

Eric'den gelen homurdanmaların ve kıkırtıların şaşkınlığının etkisiyle olduğunu düşünen Eider, arkadaşının ona güldüğünü düşünmek bile istemiyordu.

"Ağzımı kapatmak mı? Eider, dokunduğun şey seni yakacak ve sen de kül olacaksın dostum, bunun farkında mısın? Tanrı aşkına, kadının çok güzel ve sen kralın dediği gibi ona teşekkür etmelisin," dedi ve Eider'in arkasında saklanarak gülmeye devam etti.

Eider, esmer yüzünün daha da karardığına emindi. Kimse görmese de, ona doğru yürüyen bu kadın onu öldürmek için yanıp tutuşuyordu. Bunu iliklerine kadar hissedebiliyordu. Çiçeklerle süslenmiş olan kilise, gülümseyen onlarca insan, kapıda bekleyen askerler ve başının etrafında tur atan Azrail! Eider, gözlerini krala çevirdi ve onun mutluluğunu kollarına girmiş olan kadınlarla paylaştığını gördü. Kimse olanları umursamıyor ve sadece sonuçların getireceği güzelliklerle ilgileniyordu. Rose ona yaklaştıkça içi gül kokusuyla doluyor, nefesleri sıklaşıyor ve gülmeye devam eden Eric'i görmezden gelmeye çalışıyordu.

"Topraklarımıza adım attığımız anda, senin canını alacağım!" Eric yüzünü kaplayan sahte bir gülümsemeyle ona doğru döndü.

"Canım sizindir, lordum," diyerek soylu bir leydi gibi dizlerini büktü ve yakışıklı yüzünün tüm masumluğunu kullanarak reverans yaptı. Eider, onun şaklabanlıklarıyla rahatlamak isterken daha fazla gerildiğini hissetti ama bunun Eric'le alakası yoktu. Ömrü yettiğince beraber yaşamak zorunda olduğu kadın, ona doğru yürürken bile arzularını şaha kaldırma gücüne sahipti. Çiçeklerine diktiği bakışları ve korku dolu yürüyüşüyle, Eider Rose'un destansı kişiliğinden şüphe etmeye başlamıştı.

Eider, onu anlayabilecek tek bir kişinin olmasını isterdi ve onu anlayan kişinin de kraliyet ordusunun elinde olduğunu hatırladığında sinirle ve endişeyle gerildi. Bunların hepsi bir oyundu ve yeni gelini, onu yatağında öldürecekti. İşte onun hikâyesi, böyle bitecekti! Mutlu son...

Ama ölmeden önce, kardeşinin iyi olup olmadığından emin olmak zorundaydı. Bunu kendisine hatırlatarak, gözlerini karşısına gelmiş olan gelinine dikti. Ona böyle aç bir şekilde bakıyor olmaktan memnun değildi ama Eider içindeki duygularını hiçbir zaman saklayamamıştı ve şimdi Rose'un bakışlarından ürkmesinden endişe ediyordu.

Rahip, uzun ve hızlı bir konuşma yapmış gibi ikisi de sözcükleri yakalayamamıştı. Evlilik yeminlerini tekrarlayamadan ve nefes almadan birbirlerine bakmaya devam ediyorlardı.

Eric, elini ağzının üstüne kapattı ve kahkahasını engelleyerek arkadaşının sırtına dirseğiyle vurdu.

"Hadi dostum buna artık bir son vermelisiniz! Herkes sizi izliyor ve birazdan burada akacak kanı görmek için birbirlerini ezmeye başladılar. Ve gelinine öldürmek istiyor gibi bakmaktan vazgeç, baksana o sana nasıl da aşkla ve arzuyla bakıyor," dedi Eric, ama bu da onun alaycılığının bir parçasıydı. Eider Rose'a arzuyla bakarken, Rose elinde duran gülleri sıkarak onu nasıl öldürmek istediğini gösteriyordu. Eider, Rose'un ellerine baktı ve arkadaşının sözleriyle kendisine gelerek evlilik yeminlerini tekrarladı, ardından Rose'un da tekrarlaması için beklemeye başladı.

Rose, onun bakışları ve Eric'in sözleriyle düştüğü çukurdan çıkmaya çalıştı ama yine de başarılı olamadı. Kardeşlerinin bakışları altında bu yemini tekrarlamak her şeyden daha zordu. Ama Kral Edward'ın sesini duyduğunda, yutkunarak dudaklarını ıslattı.

"Leydim bir sorun mu var?" dedi Edward bir şarkı söylüyormuş gibi kelimeler dudakları arasından dans ederek çıkıyordu ama bakışları kesinlikle 'yapmazsan kardeşlerinle beraber öleceksin' diyordu.

"Hayır, kralın bir sorun yok," diyerek ıslak gözlerini kralına çevirdi ve onun olduğu yerde biraz olsun pişmanlık duymasını diledi.

Ve artık ikisi de yeminlerini tamamlamışlardı.

Büyük bir teslimiyet içinde...11752[

LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin