-4-

12.6K 755 11
                                    

Rose, Eric'in gözlerine bakarak ellerini ovuşturmaya başladığında gülüyordu, çünkü dayak yemeden ülkesine varacağını biliyordu. Eric'in taklidini yapıyor ve İskoçya'nın güçlü savaşçısını küçük düşürüyor olmaktan mutluluk duyuyordu.

"Beni ancak rüyanda döversin ahmak herif!" diyerek ayakları üstünde kendinden emin bir şekilde durmaya devam etti.

Dakikalar ilerledikçe, kendisine olan güveni geri geliyordu. Yaptığı plan, onu rahata erdiren tek şey olmuştu.

"Yanındaki kas yığını da bizimle gelecek ve bu arada belirtmeliyim ki ormanın içinde saklanan askerlerinin hepsi, İngiliz askerlerinin okları ve kılıçlarının hedefinde duruyor. İşte bu yüzden, yanlış bir şey yapmamanızı tavsiye ederim, lordum," dedi.

Rose, şimdi iki adamın da kaşlarını çatarak homurdanmalarını izliyor ve onları öfkeli iki çocuğa benzetiyordu. Ellerinden oyuncakları alınmış, iki küçük çocuk...

Eider hırsla yere tükürdü. Askerlerinin de kız kardeşi için silahlarını bırakıp teslim olacaklarını biliyordu, bunu görmesine gerek bile yoktu, onlara güveniyor ve onları tanıyordu. İçinde bulunduğu sıkıntılı durum yüzünden 'Kahrolası İngilizler, hepinizin canı cehenneme!' diye bağırmak istiyor, ama bunu yapamıyordu. Lanet olası kadın önünde gururla sallanıyor, ona kafa tutuyordu. Bir kadına göre fazla gururlu ve ilgi çekiciydi. Eider elinde olmadan, onun hançerlere değil de bebeklere ihtiyacı olduğunu düşündü. Ama onun bir çocuğa bakamayacağını düşünerek, bu düşüncesinden hemen kurtuldu. Hiçbir çocuğun, böylesine ölüme ve savaşa susamış bir anneye ihtiyacı yoktu.

"Sen tam bir baş belasısın öyle değil mi, İngiliz?"

"Bunu o kadar çok duydum ki lordum..." Bunun fazlalığını göstermek istercesine, eliyle havada daireler çizmeye başladı ve yüzündeki gülümseme hâlâ kaybolmamıştı.

"Eminim duymuşsundur canavar kılıklı kadın!" dedi Eric tükürükler saçarak, ellerini hâlâ ovuşturuyor ve Eider'in saldır emrini bekliyordu.

"Benim gibi kaç adamı canından bezdirdin, Tanrı bilir!"

"Hayır lordum canından bezdirmedim, o adamların hepsinin canını aldım! Yaptığım buydu işte... Bu yüzden inanın bana, siz çok daha şanslısınız," dedi kibirle, yaptığı her şeyle gurur duyuyordu. Öldürmek onun işiydi ve erkeklere biraz olsun acımadığı her hâlinden belli oluyordu. O, anne olmak için değil savaşçı olmak için yetiştirilmişti. Kuvvetliydi, nerede nasıl duracağını, ellerindeki hançerleri nasıl tutacağını çok iyi biliyordu. Ve cesurca onlara karşı gelmesi ise son nokta olmuştu. Zekiydi ve her olasılığa karşılık bir önlem almıştı. Savunmasız olacağı bir anda bile, kendisine bir kalkan yaratmayı bilmişti. Eider ne olursa olsun, onu öldüremeyeceğini biliyordu. Durumu kabullenmiş ve bir kadının peşine takılmayı kabul etmişti.

"Eider, bırak beni de şu kadının tüm kibrini söküp alayım, o da Tanrı'sına huzur içinde kavuşsun," derken Rose'a doğru bir adım atmıştı Eric.

"Hey, kas yığını buradayım! Ve seni duyuyorum, ölüm fermanın elimdeyken bana böyle yüksek sesle havlamanı tavsiye etmem!" dedi Rose sinirle.

"Eider, her konuştuğunda bana farklı şekillerde hakaret etmesine izin mi vereceksin? Bu kadın ölmek istiyor dostum, ölmek istiyor!"

Eider, elini arkadaşının koluna koyarak onu susturdu ve durdurdu. Sakin olup orta yolu bulmaya çalışıyordu ama Eric'in ateşli doğasını dizginlemek kolay olmuyordu.

"Beni neden istiyorsun, İngiliz?" dedi Eider merakla ve o an için kadının ağzından alabileceği birkaç şeyin ileride işine yarayacağını düşünüyordu. Eric bu durumdan fazlasıyla sıkılmıştı. İleri atılıp kadını öldürmek ister gibi dursa da, Eider bir eliyle onu zapt etmeye devam ediyordu.

Rose onu isteme düşüncesini aklından yeni atmışken, Eider'in bu ahlaksızlığa çekilebilecek cümleyi tekrar kurması üzerine, yine kendisini huzursuz hissetti. Bir İskoç'un güzel bedenine karşı yenik düşmüştü ve onu kendisine getirecek şey sağlam bir tokatla birlikte asla unutmaması gereken geçmişiydi.

"Sizi, ben değil Kral Edward istiyor!" dedi yumuşak İngiliz aksanıyla ve karşısında duran adamın kendisinden daha güzel bir şekilde İngilizce konuşması, Rose'u tekrar gafil avlamıştı. Etrafına baktı ve onu anlamaya çalışan gözlerin altında sönmekte olan meşalelerin aydınlattığı kıyıyı görmeye çalıştı. Tekrar iki adama doğru döndü ve onların 'sen çıldırmış olmalısın' bakışları altında kendisini serin sulara bıraktı.

Eric ise onun ardından, "Kıyıya ulaşamaman için dua edeceğim!" diye bağırdı.

Eider, giden kadının hem sözlerinin hem de denize atlayışının vermiş olduğu şaşkınlıkla gözlerini Eric'e çevirdi. Onun da aynı şeyi duyup duymadığını anlamak ister gibiydi.

"Uzun bacak benden ne isteyebilir ki?"

Eider, bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyordu ve içinden bir ses cevabı almasının uzun süreceğini söylüyordu. Rose ise onun, kralına ettiği hakareti duyamamış, soğuk suyun içinde yüzerken, sıcak toprağın verdiği huzuru ve rahatlığı özlemeye başlamıştı.

"Eric arkamda dur ve bu kadını öldürmeye kalkarsam beni durdur anladın mı?" Eric, başını iki yana sallayarak durumun acınası komikliğini gözler önüne sermiş oldu.

"Eider, kız kardeşine aşığım! Söylesene, ben o kadını öldürmeye kalkarsam, beni kim durduracak?"dedi ve ellerini büyük bir sıkıntıyla saçlarında gezdirdi.

Eider, onun gözlerinden akan aşkı kıskanıyor ve kardeşinin böyle iyi bir adama sahip olacağını düşündükçe içi rahatlıyordu ama az önce soğuk sulara atlayan kadının bunları engellemek ister gibi bir anda ortaya çıkmış olmasına kızıyordu. Ölen İskoçya, onları da beraberinde kör bir çukura çekiyordu.

Tüm bu olanlara rağmen yapacakları şey, kadının ardından serin sulara atlamak ve İngiltere'ye doğru gitmek olacaktı.

"Eider yüzmek zorunda mıyız?" Eider geminin korkuluklarına çıkmış, tüm heybetiyle atlayacağı noktayı seçiyordu.

"Eğer uçabiliyorsan uçmayı dene Eric, bu soğukta kim yüzmek ister ki?" dedi ve Eric'in anlamsız mırıldanmalarına aldırış etmeden, kendisini soğuk sulara bıraktı.

"Tanrım, canımı şu an alabilirsin gerçekten hiç kızmam ve gocunmam."

*

LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin