Eider etrafında dönüyor ve öfkeyle inip kalkan geniş göğsüyle, ona gövde gösterisi yapıyordu. Rose, kardeşini ve askerlerini kaçıramamış sadece onların William'ın eline düşmesine neden olmuştu. Onu diri diri yakmak geçiyordu içinden ama ona her baktığında aklında oluşan farklı görüntüler karşısında nefesi boğazında düğümleniyordu.
Rose ona doğru döndüğünde, Eider'in sert bedenine çarparak sendeledi. Eider'in elinden kanlar damlıyor, ama kanayan ruhunun yanında birkaç damlanın lafı bile olmayacağını söyler gibi, gözlerini ona dikmiş bakıyordu.
Ben üzgünüm tamam mı?
"Onları kurtarabiliriz!"
Rose, çaresizce çırpınıyor ve ona kendisini affettirmek istiyordu. Tüm bunlar, onun yüzünden olmuştu. Ona biraz daha sokuldu, dizlerine kadar uzanan tuniğinin ucundan biraz yırttıktan sonra Eider'in eline uzandı ve kanayan yarayı sarmaya başladı, elleri titriyordu. Adamın ona şaşkınlıkla bakan gözlerini ise görmezden gelmeye çalışıyordu.
Eider elini çekmeye çalıştığında, Rose'un kuvvetli kavrayışını hissetti. Elinin, onun avuçları arasında durmasına müsaade etmeye karar verdi, onun ne hissettiğini anlamak zorundaydı. İngiliz'e güvenemezdi ama onu tanıması için ona yakın durması gerektiğinin farkındaydı.
"Söyle bana İngiliz, krallığın askerleriyle korunan en güçlü kalesinden içeriye nasıl girmeyi planlıyorsun?"
Ona bağırıyordu ama Rose bunu görmezden gelmeye karar vererek kulaklarını tıkadı ve düşünmeye çalıştı. Kardeşi tehlikedeydi, ondan sakin olmasını bekleyemezdi ama Eider her defasında bağırıyor ve etrafına emirler yağdırarak, ona ölüm kusan bakışlarını sunuyordu. Rose, düşünmek ve bir yolunu bulmak için gözlerini kapadı, fakat Eider'in güçlü elini okşamaktan kendisini alamadı. Bu adam ona huzur ve güven veriyordu ama gözleri çıplak göğsüne takıldıkça duyguları huzurun ötesine geçerek onu başka âlemlere sürüklüyordu. Lanet olsun ki, Rose her şeye rağmen ona dokunmadan duramıyordu.
Rose "Unutma, arkamızda yeri göğü inletebilecek bir ordu var. Edward, bizim bu toprakları yönetmemizi istedi. Bunun için ondan yardım isteyebiliriz," dedi kararlılıkla, tuttuğu büyük ve sıcak elin aniden avuçları içinden çekilmesiyle irkildi.
"Benim İskoç olduğumu ve sizden nefret ettiğimi asla unutma kadın!"
Parmağını Rose'un burnuna doğru kaldırarak konuşuyordu, onun bu gerçekleri unutmamasını istiyordu. Rose ellerini hızla havaya kaldırıp, Eider'in göğsünün ortasına koydu. Sinirliydi ve bunu bastırmak için bir çıkış kapısı arıyor gibiydi. Elleri, Eider'in sıcak göğsüne dokunduğunda nefessiz kaldı, sakinleşmek yerine daha büyük bir heyecana kapıldığını anladığında, ellerini ondan çekemediğini gördü ve gözlerini Eider'e doğru kaldırdığında Eider'in de bu dokunuş karşısında şaşırmış ifadesi ile karşılaştı.
"Senden ya da ölmekten korkmuyorum Lord McDuck. Senin İngilizlerden nefret ettiğin kadar, ben de sizin soyunuzdan nefret ediyorum. İskoçların, babamı gözümün önünde öldürüşünü izledim, son nefesini verirken çektiği acıyı görmem için beni zorladılar ve yüzümdeki bu iğrenç yarayı görüyor musun? Bu da sizin eseriniz! Küçük kardeşim... O, çektiği acılar yüzünden konuşamıyor. Hayatımı, her şeyimi benden aldınız. Her şeyimi... Söyle bana lanet herif, kim kimden daha çok nefret ediyor? Şimdi buradayım ve senin karınım. Emin ol ben de bu durumdan memnun değilim, ama buna alışmak zorundayız. Seni öldürmeyi isteyen ve sevmek için kendisine bahaneler arayan düşüncelerimle kavga eder hâle geldim. Biliyorum beni sevemezsin, biliyorum senin de acıların var. Bana âşık olmanı falan da beklemiyorum. Ama saygı duymayı ve aşağılamamayı öğrenmelisin!"
Bunların hepsini ben mi söyledim?
Eider, onun hızına yetişmeye çalışıyor ve her cümlesini havada yakalıyordu. Kendisini, küçük bir çocuk gibi azarlıyor aynı zamanda da güçsüz yumruklarını göğsüne indiriyordu. Rose'u yaralamış ve bunu kendi nefretini azaltmak için yapmıştı, onu üzdüğü her an ruhunun huzura ereceğini düşünüyordu. Ama öyle olmadı. Aksine, her geçen dakikada dibe doğru batıyordu. Rose'un yaşlarla dolan yeşil gözlerini izlemek, göğsüne vuran her yumrukta sesinin acıyla yankılandığını duymak, onu huzura değil karanlığa doğru itiyordu.
Rose, söylediği şeylerin farkına varmışçasına hızla geri adım attı, yumrukları havada asılı kalmıştı ve şimdi Eider'in tepkisinden korkuyordu. Gözlerini kaldırıp ona baktığında, Eider'in söylemek istediği çok şey olduğunu ama bunların hiçbirini söyleyemeyeceğini anladı.
Eider, boğazını temizleyip gözlerini Rose'dan kaçırdı.
"Hazırlan, bu gece kralın kalesini kuşatacağız," dedi Eider ve böylece onu da yanında istediğini söylemiş oldu.
Yine, Rose'un dediğine dönmüşlerdi ve ikisi de bu durumdan memnun değildi. Rose, onun konuyu değiştirmesini anlayışla karşıladı ve başını tamam anlamında sallayarak, kendi askerlerinin yanına doğru yürümeye başladı. Edward'ın onun eğitimine verdiği otuz kişiden oluşan askerleri, sadık ve onun için her şeyi yapmaktan çekinmeyecek adamlardı. Rose, askerleri için ayrılmış olan kalenin sol kanadına gittiğinde, onların farklı yerlere dağılıp sızdıklarını gördü. Bu manzara ile bir kez daha İskoçların savaşçı ruhlarının İngilizlerde biraz olsun olmadığını anlamış oldu.
"Kalkın ayağa, sizi ahmak herifler!"
İnce sesi kulak tırmalıyordu ve askerlerin hepsinin homurtular eşliğinde uyanmasına neden olmuştu. Rose, onları pataklamak ve ayıltmak istiyor, ama bunu yapmayacağına dair kendisini ikna etmeye çalışıyordu. Sesin geldiği yere doğru dönen askerler, aniden ayağa kalkıp karşısına dizildiler.
"Emredin, Leydi Rose."
Karşısında duran kişi, askerlerini yöneten Ian'dı. Sarhoş değildi ve bu durumu engellemek için elinden geleni yaptığını, fakat durduramadığını söyleyen gözlerle ona bakıyor, mahcup bir hâlde duruşu da bu düşüncesini doğruluyordu. İskoçların içkisi bile onları bu şekilde dağıtırken, kendilerine karşı nasıl savaşacaklardı? Elleri, ağrıyan başına gitti. Ian endişeyle ona bakıyor ve emirlerini bekliyordu. Rose, ağzını açıp onlara hazırlanmaları gerektiğini söylemek üzereyken, gelen sesler üzerine tüm dikkati dağıldı. Eric bağırıyor ve öfkeyle etrafına saldırıyordu. Rose, onun neden böyle bir öfkeye kapıldığını bilmiyordu. Onları gördüğünde, Eider'in onu sakinleştirmek için yumruklarını konuşturmasını izledi. Eric gözü dönmüş gibi ona saldırıyor ama Eider buna anlayış gösteriyormuşçasına geri çekilerek onunla konuşmaya çalışıyordu. Fakat her defasında, Eric bir yumruk yiyip yere yuvarlanıyordu.
"Beni dinle Eric! Kardeşim iyi, ona bir şey yapamazlar. Onu geri alacağız."
"Senin İngiliz'i öldürmemem için, bana tek bir neden ver dostum! O, bu topraklara bir lanet gibi çökecek, bunu şimdiden görebiliyorum."
Eider, onun haksız olmadığını düşündü. Her şeyi o planlamış, fakat hiçbir şey planladığı gibi gitmemişti. Kardeşinin ne durumda olduğunu bilmemek, Eider'i de Rose'a karşı dolduruyor ve duyguları onu başka şekilde hareket etmeye itiyordu.
Tüm olan biteni Rose'un izlediğini gördüğünde ciddileşti ve içinde bulunduğu durumu kontrolü altına almaya çalıştı. Altında yatan ve yumruklarıyla sakinleştirdiği arkadaşına bakarak konuşmaya çalıştı. İkisinin de dudaklarından ve gözlerinin kenarından kanlar akıyordu.
"Bak dostum, ben de en az senin kadar üzgün ve kızgınım. Hissetmemem gereken duygularla boğuşuyorum. Etrafına bak, bu insanlara yol göstermem gerektiğini biliyorken, en yakın arkadaşımla dalaşıyorum." Eider yüzünü Eric'e doğru eğdi, ikisi de nefes nefese kalmıştı.
Lisa'nın başına kötü bir şey gelecek olması düşüncesi,onları bu hâle getiriyordu. Suçlu olarak gördükleri kadın ise yanlarındaydı veona bir şey yapamayacaklarını biliyor olmak, onları öfkeye boğuyordu. Rose!Kardeşinin yerinde, o lanet İngiliz'in olmasını dilerdi. Eric'i bu haldegördükten sonra, Rose'a karşı olan tüm iyi niyeti kaybolup gitmişti. Karısı birkar fırtınası gibiydi, etrafı tüm güzelliğiyle kaplıyor ve onlara zararveriyordu..clien24b
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
RomanceSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...