*
Bir saat öncesinde Johanna
"Benimle evlenmek istiyor musun?" dedi Derek, merakla.
"Hayır desem, ne değişecek lordum?"
"Hiçbir şey." derken, onun başka seçeneği olmadığını hatırlatmak ister gibi bir hâli vardı.
Derek, gri gözlerini Johanna'ya dikmişti. Evlilik fikrinden nefret ediyor olmasına rağmen, bunu topraklarını korumak ve sevdiği halkı için yapacaktı. Karşısında duran tapılası güzelliği sevdiği için değil. O, dört kardeşin en güzeliydi ve Derek onu seçmişti. Şanslı olduğunu düşünmek istiyordu ama hissizleşen kalbi bunun aksini söylemek istercesine aynı ritimle atmaya devam ediyordu. İçinde ne bir mutluluk ne de bir heyecan vardı. Torry de onun seçimine karşı koymamıştı, sonuçta denize âşık olan bir adamın kadınları umursamasını kimse bekleyemezdi.
Gözlerini kırpmadan birbirlerine bakıyorlardı. Nefesleri durgunlaşmış, yerini düşüncelerin savaşı almıştı. İki zeki insanın, nasıl bir arada duracağını çözmeye çalışıyorlardı. Johanna, çok zeki bir kadındı ve Derek onun zekâsını çözebilecek tek adamdı. Ama gözleri birleştiğinde, Johanna söylemesi gereken şeyleri unutup başka şeyler söylemeye başlamıştı. Ve işte o an güvendiği eşsiz zekâsından ve iradesinden şüphe etmeye başladı.
"Gözlerin gri."
Şimdi, kendini tebrik edip alkışlayabilirsin Johanna!
Johanna açık olan ağzını kapatması gerektiğinin farkındaydı ama Derek hayatında gördüğü en yakışıklı adamdı. Onca düşüncenin arasından sıyrılıp, onun gözlerine kapılmış olmasını anlayamıyordu. Bir kadın, ona bakarak bile, mutluluğun zirvesine tırmanabilirdi, Johanna asla bu kadınlardan biri olmayacağını çok iyi biliyordu.
"Gerçekten mi?" dedi Derek gülerek, Johanna'nın onu beğenmesi hoşuna gitmiş ve bunu saklamaya gerek duymamıştı.
Johanna, onun aşağılayan sesini duyduğunda irkildi ve kendini topladı.
"Benimle alay etmene gerek yok," dedi uzun parmaklarını çekiştirirken, kızaran yüzünü saklamaya çalışıyordu.
"Seninle alay edeceğim durumlar yaratmaktan vazgeçmelisin o hâlde." Derek, son derece ciddiydi ve Johanna'ya haddini bilmesi gerektiğini söylemeye çalışıyordu. Ama bunun sonucunda, eline ne geçeceğini bilmiyordu.
Johanna, onun bir kez olsun gerçekten gülümsemediğini düşündü ve karşısında sert bir şekilde taviz vermeden duruşuna baktı. Derek Halwert, arkadaşlarının yanında daha rahat ve cana yakın görünüyordu ama Johanna bu davranışların hiçbirine şahit olamamıştı. Konuşmadan bakışıyorlar ve anlaşmaya çalışıyorlardı, ama bu olacak şey değildi çünkü onlar hayvan değildi ve koklaşarak anlaşamayacaklarına göre konuşmak zorundaydılar.
Johanna duruma el koyması gerektiğini düşünerek, bakışlarını tekrar ona doğru kaldırdı. Sarı saçların, gri gözleri sakladığını gördüğünde bu güzellik karşısında ne diyeceğini tamamen unuttu ve gözlerini kapayarak nefes almaya çalıştı. Derek, onu izliyor ve davranışlarına anlam yüklemeye çalışıyordu. Kadın, güzel olmasının yanında tam bir kaçık gibi davranıyordu. Belki de gerçekten her güzelin bir kusuru vardı...
Johanna onun dediklerini duymamış gibi davranarak, ne yapmaları gerektiğini ve neden bu durumda olduklarını Derek'e göstermek için konuşmaya başladı ama onun söylediklerini asla unutmayacak ve zamanı geldiğinde hepsinin hesabını soracaktı.
"Senin, bir casus olduğunu biliyorum. Amcamı izlemeye gideceğiz. O çok güçlü bir lord ve bu yüzden dikkat etmek zorundayız, özellikle de sen dikkatli olmak zorundasın."
Derek, parmaklarının üstünde dönerek etrafa bakmaya başladı. Sanki bir ses duymuş da onun kaynağını bulmaya çalışıyor gibiydi. Johanna, onun kusursuz derecede sessiz adımlarını nefes almadan izledi. Derek, hiç ses çıkarmadan her köşeye bakmış ve kontrol etmişti, geri geldiğinde de Johanna'ya en büyük darbeyi indirmişti.
"Belki de dikkat etmesi gereken kişi, ben değilimdir..."
Johanna'yı aklında uçuşan sorularla yalnız bırakarak gitmişti.
*
Rose gece kadar karanlık olmasına rağmen, içini aydınlatacak tek şeyin Eider'in gözleri olduğunu biliyordu. Eider ise, ne onu görmek ne de adını duymak istiyordu. Rose odasına giden karanlık ve dar yolda ilerlerken, içine dolan huzursuzluğu bastırmaya çalıştı. Kapıyı araladığında, odanın boş olduğunu gördü. Mumlar, içeri dolan havayla titreşiyor ve soğuk yüzünü ısıtan şöminenin yaydığı sıcaklık, ona huzur veriyordu. Büyük yatağın ona cennet gibi görünmeye başladığının farkındaydı. Ağrıyan kaslarına karşı koyamadı ve üstünü çıkarmaya başladı. Kalın beyaz geceliğini üstüne geçirip, Eider'in kokusunun sindiği kısma yattı ve uykuya daldı.
Eider, en yakın iki arkadaşını onları öldürmek isteyen kadınlarla evlendirmiş ve görevler vererek kendisinden çok uzağa yollamıştı. İçi rahat değildi, boğazına yapışan ellerden kurtulamıyordu. Bugün duydukları yüzünden hâlâ toparlanamamıştı ve karısına güvenmemesi gerektiğini tekrar anlamıştı. Ona bir bebek gibi bakan karısı aslında düşündüğü kadar iyi değildi...
Neden Rose, neden?
Eider, ağrıyan ayağına saplanan diğer bir acıyı da görmezden geldi ve odasına çıkması gerektiğini düşündü. Biraz olsun uyumalı ve gücünü geri kazanmalıydı. Gün kararmış ve sevdikleri zor görevlerle sınanmaya başlanmıştı. Kapının altından sızan zayıf ışığı gördüğünde, derin bir nefes aldı ve yavaşça odaya girdi.
Oda gül kokuyordu, tıpkı Rose gibi. Rose, yatağın ortasında yatıyor ve derin soluklarıyla şişen göğsünü ona doğru kaldırıp uykusunda çırpınıyordu. Eider yatağa yaklaştığında, onun ter içinde kalmış bedeninin kızardığını gördü. Yine, kâbuslar görüyordu. Korkuyla büzüşüyor, sonra karşı koymak için ellerini yumruk yapıp, yatağa vuruyordu. Eider, onu böylesine etkileyen ve korkutan anılarını merak etmekten kendisini alıkoyamadı.
"Annemi kurtar Simon amca!"
Eider kendisini öldürmek isteyen adamın ismini duyduğunda, dişlerini sıkarak yatağın kenarına oturdu ve Rose'u kolları arasına aldı. Ona bakan, onu temizleyen kadına karşı yapması gereken bir şeydi bu, onu sevdiği için değil, borcunu ödemek için Rose'a uzanmıştı.
"İngiliz uyan," derken Rose'un sırtını okşuyor, onu kolları arasında sakinleştirmeye çalışıyordu. Elleriyle saçlarını geriye tarıyor, onun kızaran yüzüne bakmaya çalışıyordu.
Rose, alnından süzülen ter damlacıklarını elleriyle silerek gözlerini yavaşça açtı, ona seslenen biri vardı ve hareket edemiyordu. Gözlerini biraz daha açtığında, Eider'in kucağında olduğunu anladı. Hep olmak istediği yerdeydi ve Eider'in yumuşak dokunuşlarını hissedebiliyordu. Eider ellerini onun saçlarında dolaştırıyor ve ağlayan bir bebeği sakinleştirmek ister gibi kısık sesiyle ona her şeyin geçtiğini ve korkmaması gerektiğini söylüyordu. Rose elini tekrar alnına kaldırdı ve bu sefer yüzünde bir şey olmamasına rağmen elini tekrar yüzünde gezdirdi. Eider'in ona geldiğine ve iyi davranarak onunla ilgilendiğine inanamıyordu.
"Buradasın. Bütün gün seni aradım..."
Elleri Eider'in yüzünde dolaşıyor, yavaşça uzayan sakallarını çekiştiriyordu. Dudaklarının ıslaklığı parmak uçlarına değdiğinde, Rose kadınlığının hasretle sızladığını hissetti. O mükemmel bir erkekti ve onu isteyen bedenine artık söz geçiremiyordu. Tadını aldıktan sonra, ondan vazgeçmek mümkün olmamıştı ve onu istemeden geçirdiği tek bir anı bile yoktu.
"İcabıma bakmak için mi?" dedi Eider sinirle. Rose, onun kardeşleriyle konuşmasını ima ettiğini hemen anladı, onları dinlemiş olmalıydı ve onlar Eider'in varlığını hiç hissetmemişlerdi. Ona tüm duyduklarının yalan olduğunu söylemek istedi ama bu da büyük bir yalan olacağı için çenesini kapalı tuttu. Eider onun durumu kabullendiğini gördüğünde hareket etmeyi kesti ve Rose'un ne diyeceğini ya da ne yapacağını merakla beklemeye başladı.
n
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
RomanceSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...