12. BÖLÜM
"Savaş başladığında, sadece kılıçlar konuşur ve diyebildikleri tek şey 'ölüm'dür!"
Leydi Rose Crowfeld'in Günlüğü
Sabah olduğunda herkes Ian'ın yaralı bedeninin etrafında toplanmıştı, kadınların çığlıkları ve erkeklerin homurtuları sabahın sessizliğini bozuyordu. Rose sesin geldiği yöne baktığında, Eider'in orada düzeni sağlamaya çalıştığını gördü. Belki ona yardım etmeliydi ama bunu yapacak gücü kendisinde bulamıyordu. Önünde sıraya girmiş olan askerleri de onun ne yapacağını merak ederek, onu izliyorlardı. Rose, omuzlarına binen ağırlığın etkisiyle boğulmak üzereydi. Başını önüne çevirdiğinde, askerlerinin öfkeyle çirkinleşen ve moraran yarasına baktıklarını gördü.
"Bana bakmayı kesin ve çalışmaya devam edin! Beni daha fazla utandırmayacağınızı ve aklınızdaki ihanet fikirlerini geriye atacağınızı düşünüyorum. Burada, bize güvenmiyorlar ve biz onların güvenini kazanmak zorundayız," diyerek, onlara bunu yapmak zorunda olduklarını gösterircesine sert bakışlar atmaya başladı. Bu bakışlarının işe yaramasını umut etmekten başka çaresi yoktu. Gözleri askerleri arasında Ian'ı aradı ama onu bulamadığında Rose hızla askerlerinin arasında dolanmaya başladı.
"Ian nerede?"
"Leydim o hem bizimle hemde İskoç halkıyla iç içe ve Lord Eider'in güvendiği bir askeri oldu," dedi ve bakışlarını kalabalık alandan Rose'a doğru çevirdi.
Rose dönüp kalabalığa baktığında düşündüğü şeyin olmaması için Tanrı'ya dua etmeye başladı.
"O kalabalığın ortasında yatan asker Ian değil!" dedi ve askerleriyle derin bir iletişime geçtiği sırada, kulağına dolan savaş naralarıyla korkuya kapılmış ve olduğu yerde kayıtsız bir şekilde durmaktan rahatsız olmuştu. Askerlerinin arasından çıktı ve kalabalığın arasına karışmak için adımlarını sıklaştırdı. Yerde yatan asker Ian'dı ve Eider'in onun konuşmasına müsaade etmeden Ian'ı susturuşuna ve onu taşıyışına şahit oldu. Olaya müdahale etmeyi ve ne olduğunu öğrenmeyi istese de ona dönen nefret dolu gözler içinde ki tüm isteği söküp almıştı. Ellerini önünde birleştirdi ve tüm askerlerinin Ian kadar sadık ve iyi olmasını isteyerek askerlerine doğru yürümeye başlamıştı.
Savaş da, nereden çıkmıştı şimdi?
Eider, sırtından derin bir yara alan askerinin yanına eğildiğinde, onun acıyla nefes alışına şahit oldu ve kılıçlarına daha sıkı sarılmaya başladı. Bu saldırıyı, topraklarına bu kadar yakınken kim yapmaya cesaret edebilmişti?
"Bana, ne olduğunu anlatabilecek misin dostum?"
Ian, olan gücünü kullanarak doğrulmaya çalıştı. Ayaklarında ve kollarında derin kesikler vardı. Eider onun çabasına daha fazla dayanamadı ve Ian'ı sırtladığı gibi şifacının küçük evine taşıdı. Bu yaralar, kadınların temizleyip sarma işleminden sonra biraz olsun daha iyi duruma gelebilirdi ama sırtındaki derin yara için aynı şey söylenemezdi. Çok fazla kan kaybediyordu ve canının acıdığı her hâlinden belli oluyordu.
"Sayıları ona yakındı lordum, güneşin doğmasına yakın etrafı gezmek istedim. Ters giden bir şey varsa, müdahale etmeliydim. Ormanın derinliklerinde duyduğum fısıltılara doğru yürüdüğümde ise bunun bir tuzak olduğunu anladım ama çoktan on kişinin arasında kalmıştım. Onlarla savaştım ama başarılı olamadım gerçekten çok güçlüydüler ve nasıl savaşılacağını çok iyi biliyorlardı. Onların İskoç savaşçıları olduğunu düşünüyorum."
Daha fazla ihaneti kaldıracak gücüm yok!
Eider, ellerini sıkıyor ve eklem yerleri beyaz rengine çalarken küçük evin duvarlarına yumruk atmamak için kendisini zor tutuyordu. Her şey üstüne üstüne gelmeye başlamıştı. Askerinin durumu ve sevdiklerinin onda açtığı derin yaralar, Eider'i bir bilinmezliğe doğru sürüklüyor, ona yapmayacağı şeyleri yaptırma gücü veriyordu.
"Neden bize seslenmedin? Bir ses veya bir işaret, yanına askerlerin gelmesini sağlayabilirdi," dedikten sonra, arkadaşının yanından kalktı ve küçük odanın içinde turlamaya başladı.
"Bu, beni bir zavallıdan farksız duruma düşürürdü lordum, zaten onların derdi bize saldırmak değil haberlerini iletmekmiş. Bunu yaparken de benimle bir oyuncak gibi oynama fırsatını tabii ki kaçırmadılar." Eider'in aniden ona dönmesiyle Ian'ın soluğu kesildi.
"Anlatmaya devam et, Ian!"
"O savaş istiyor lordum, sizi öldürmek ve Edward'ın kurduğu yeni sistemi kaldırmak istiyor. Çok güçlü bir destekçisi olduğunu da söylemekten geri durmadı," dedi büyük bir sıkıntıyla, neyle savaşmaları gerektiğini ya da kiminle savaşacaklarını bile bilmiyorlardı ve Ian bu bilinmezliğin en kötü şey olduğuna karar verdi.
"Nerede ve ne zaman?"
Ian, onun gürleyen sesine ve kırılan ruhuna acıyla baktı. O, çelişkilerin ve zorlukların adamıydı. Eider McDuck, dünya üstündeki tüm zorlukları yaşamış ve yaşamaya da devam ediyordu...
Ve geriye, sadece bir savaş kalmıştı.
*
Savaşa hazırlanmak, iki aylarını almıştı. Eider, Rose'un gün geçtikçe belirginleşen karnına ve yaklaşan savaşın getirdiklerine baktıkça yoruluyordu. Günler, hızla akıp gidiyor ve o bu zaman zarfı içinde karısından ve tüm güzelliklerden uzak durmak zorunda kalıyordu. Her şey yoluna girmeden ve Rose'un masumiyetinden emin olmadan, evliliğine geri dönemiyor ve mutluluğunu ardında bırakıp, kendisini halkına adamayı seçiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
RomanceSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...