-65-

6.2K 432 4
                                    


*

İskoçya ( 5 Temmuz )

Eider gittiğinden beri, Rose odasından her çıktığında insanların ona karşı sergilediği kaba ve kötü davranışlara daha fazla dayanamamış, odasına geri dönmüştü. Bu süre zarfında, kendisini birçok kez Ian'ın kollarında ağlarken bulmuş, hamilelik onu sürekli ağlayan koca bir bebeğe çevirmişti. Bir haftadan daha uzun bir süredir Eider yoktu ve savaşa dair hiçbir haber onlara ulaşmamıştı. Herkes diken üstündeydi ve gelecek haberleri bekliyordu. Rose ise Cher'e karşı büyük bir mücadele veriyordu. Eider'in ateşli gecelerini süsleyen, esmer cadısı... Büyük kalenin içinde ne zaman yalnız gezmeye çıksa, karşısında belirmiş ve onu öldüreceği konusunda yeminler etmişti. Rose ise ondan korkmak yerine, onu kılıçlarıyla korkutup kaçırmıştı. Ta ki sancıları tutana kadar... Hizmetçiler bir anda etrafına toplanmış ve Eider'in onun için getirttiği ebe hemen imdadına koşmuştu.

"Kanamam mı var, bana neler oluyor böyle?"

Hem ağlıyor hem de konuşmaya çalışıyordu, bebeğini kaybetmeye dayanamazdı. Rose, her seferinde karnına saplanan sancılarla iki büklüm oluyor ve çığlık atmaya başlıyordu. Yediği bir şey mi dokunmuştu yoksa hızlı mı hareket etmişti bilmiyordu ama bebeğini kaybetmek üzere olduğunu hissedebiliyordu. Ebenin onu kontrol ederken şaşkınlıkla koyverdiği nefesi duydu ve korkuyla onun diyeceklerini bekledi. Yaşlı kadın, geçmişinde bir şeyler ararmış gibi gözlerini kapıyor, düşünüyor ve kendi kendine mırıldanıyordu.

"Kanamanız yok ama birisi sizi zehirlemiş olmalı leydim. Bu zehir, korkunç bir ağrıya neden olur ve insanı çıldırtma noktasına kadar getirir. Bebeğiniz düşmeyecek ama kendinizi öldürmek isteyecek duruma geleceksiniz. Bir kadının, aklını kaçırmasına neden olan bir şeydir bu," diyerek yaşlı kadın yavaşça onu kaldırmaya çalıştı. Rose, acıyla kıvranırken aklından geçeni bir anda söyledi ve daha sonra kendisini amansız ağrıya bıraktı.

"Beni yatağıma bağlayın!"

Ve öyle de yaptılar...

Leydi Rose, sabahın ilk ışıklarına kadar bağırdı, ağladı, ağrısının geçmesi için annesinin ona söylediği ninnileri bebeğine söylemeye çalıştı. Onu dinleyen İskoç halkı ise onun lordlarının bebeğini yaşatmak için çektiği acı karşısında ona saygı duyup, büyük bir üzüntüyle onun söylediği ninnileri ve şarkıları dinlediler. Ebe, başından bir an olsun ayrılmadı ve ona şifa vereceğine inandığı otları içirdi. Rose ise sanki her an daha kötü oluyormuş gibi bağırıyor ve ellerinin bağlı olduğu yatak başlıklarını çekiştiriyordu. "Öldürün beni!" diye bağırdığını duyan halk, onun acısı için gözyaşı döküyor ve leydileri için bir şeyler yapmak istiyorlardı.Rose gözlerini açtığında, vakit öğleye gelmişti ve sorduğu ilk soru "Bebeğim yaşıyor mu?" olmuştu.

"Evet leydim, yaşıyor. Siz de şimdi daha iyisiniz, ateşiniz düştü ve sakinleştiniz."

Rose, derin bir iç çekerek Tanrı'ya teşekkür etti. Yatağın içinde yan dönerek, tekrar uykuya dalmadan önce dudaklarından dökülen sözler bir yemin gibiydi.

Ben ve bebeğim yaşıyor olabiliriz, ama ölmesi gereken biri var!

Odadaki sessizlik sinir bozucuydu. Rose, güçsüz bedeninin isyanına daha fazla dayanamadı ve parçalanmış bileklerini ovuşturarak karnına sarıldı. İşte bebeği ve o yine birlikteydi, tüm güçlüklere rağmen hâlâ yaşıyorlardı.

*

"İşte benim kalem, işte benim evim..."

Eider, uzun zamandan sonra ilk defa mutlu olduğunu hissetti. İçine dolan bu duygunun, mutluluk olmasını umdu. Dişlerini sıktı ve geleceğin güzel şeyler getireceğine inanmak istedi. Lisa'yı geride bırakmış ve onun William'la beraber gömülmesini emretmişti. Tanrı'ya onun ruhunu affetmesi için dua ederken ağlamış ama kardeşinin soğuk bedenini kaplayan toprağın soğukluğuna ve gerçekliğine engel olamamıştı...

Topraklarına adım attığında, onu bekleyen kötü şeylerden habersizdi. Ian, canını sıkacak şeyleri anlatmak için karşısında dikiliyordu. Gözleri şiş ve en az onun kadar yorgun görünüyordu. Eider, Rose'a bir şey olduğunu anlayarak atını daha hızlı sürdü ve Ian'ın önünde durdu, atından atlayıp güçlü adamın kollarına tutundu.

"Ona bir şey olmadığını söyle bana..."

Ian, lordunu ilk defa böyle görüyordu ve belki de aşk dedikleri şey, bir erkeği bu hâle getiriyordu. Ian, yine kötü şeyler söyleyecek olmaktan nefret etse de, Eider'in kollarını sıkan ellerini tuttu ve lorduna sakin olması gerektiğini söyledi. Onunla böyle konuşma cesaretini nereden bulmuştu bilmiyordu ama Leydi Rose için her şeyi yapabileceğini artık çok iyi biliyordu ve onun için ölmek de yapabileceklerinin arasındaydı.

"O iyi lordum ama Cher ona zarar vermek istedi. Onunla ne yapmak isteyeceğinizi bilmediğim için, evine hapsettim ve başına da bir asker diktim. Leydimiz ise şimdi daha iyi ve uyuyor. Önce Cher konusunu halletmenizi tavsiye ederim, çünkü Leydi Rose ayağa kalktığında onu öldüreceğini söylemiş."

Eider, güçlü bedenini dikleştirerek gözlerini ileriye doğru dikti ve Ian'a bakmadan ilerlemeye başladı. Küçük evin bahçesinde bekleyen askeri gördüğünde, hızla evin içine daldı ve Cher'i yakasından tuttuğu gibi dışarı fırlattı. Kadının toprağa çarpma sesi, onu biraz olsun sakinleştirmemişti bile.

Hiçbir yerde mi huzur olmaz?

"Sen, ne yaptığını sanıyorsun? Tanrı'nın sana verdiği can bu kadar mı değersiz?"

Sesi, toprakları üstünde yankılanmıştı. Kadının bir şey demesine izin vermeden, ona uzandı ve tuttuğu gibi topraklarından dışarı attı. Rose'a verdiği zararı öğrenmeden, onu kendisinden uzaklaştırmak zorundaydı. Gerçekleri öğrendiğinde, onu öldürmek isteyeceği aklından geçerken bunu yapması en doğrusuydu. Bir başka insanın daha kanının, ellerine akmasını istemiyordu ve karşısında tüm zavallılığıyla duran kadını Tanrı'nın insafına bırakıyordu.

"Seni bir daha görürsem, ölürsün! Bunu unutmamaya çalış ve şimdi arkana bakmadan git buradan!"

Cher ayakları üstünde durmaya çalışırken bakışlarını son kez Eider'e çevirdi. Sevdiği adamı sonsuza dek kaybetmişti. Ölmekten korkarak aşkını ve tüm kötülüğünü ardında bırakıp bilinmezliğe doğru yürümeye başladı.

Eider, bir kadını öldürebilecek bir adam değildi ama onu bir başına bırakmak ölümden daha kötü olacaktı bundan emindi. Ayrıca Cher'in ölmesi umurunda bile değildi ve o bunu çoktan hak etmişti. Artık, Rose'un iyi olup olmadığını kendi gözleriyle görmek istiyordu. Eider, sabahın soğuk ve kasvetli havasından kurtulmak ve huzura kavuşmak istiyordu. O huzuru da, Rose'un yanında bulacağını biliyordu.


LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin