-39-

9.4K 474 2
                                    


Güneş, kayaların arasından onlara ulaşmaya başladığında Eider gözlerini açtı ve yavaşça Rose'un sıcaklığından kopmaya çalıştı. Bunu hiç istemiyordu ama kalkıp yola koyulmak için hazırlanması gerekiyordu. Sonsuza kadar bu ormanın en ücra köşelerinde, onunla yaşayabilirdi. Ama yapması gereken çok şey vardı. Güneşin doğmasıyla, acıları da tekrar önüne serilmişti. Güzel bir gecenin ardından gelen kötü bir gün... Rose ona acısını unutturmuştu ama tamamen değil. Evlendirmesi gereken iki arkadaşı, yaralı bir kardeşi, savaşması gereken iki kral, anlamaya ve güvenmeye çalıştığı güzel bir karısı vardı. Atları hazırladığında, küçük mağaraya geri döndü ve Rose'u uyandırmak için ona seslenmeye karar verdi. Yorgun olduğunu biliyordu ama yola çıkmak zorundaydılar. Eider hızla kayaların arasından çıkarak Rose'u yalnız başına bıraktı ve atlarını kontrol etmek için adımlarını sıklaştırdı. Geri döndüğünde ellerini girişteki kayalara yasladı ve içeri doğru eğilerek Rose'a seslendi.

"İngiliz, artık uyanmalısın."

Ve cevap gelmedi, Eider hızla içeri girdi fakat Rose'u bulamadı. Giysilerini giymişti, ama ortalıkta görünmüyordu. Gelini, ilk gecelerinden sonra kaçmıştı. Kendisiyle gurur duyması gerektiğini düşündü ve yumruk yaptığı elini hayıflanarak başına vurmaya başladı. Gözleriyle etrafa bakıyor, onu bulduğunda güzel kalçasına tatlı tokatlar atmak istiyordu. Kayaların arasından hızla çıktı ve atına atlayarak etrafa bakmaya başladı. Bu sırada etrafı dikkatle dinliyor en ufak bir sesi bile duymaya çalışıyordu.

"İngiliz nerdesin?"

"Bana biraz zaman vermelisin, seni düşüncesiz herif."

Eider, onun ihtiyaçları olabileceğini gerçekten düşünememişti ama yine de Rose'un nerede olduğunu bilmek istiyordu. Onu koruyacak ve gözünün önünden ayırmayacaktı.

"Bana yerini söyle," dedi Eider, cevabını hemen şimdi almak ve ona yakın olmak istiyordu. Onu korumak zorundaydı ve gece yaşananlardan sonra, içinde büyüyen sorumluluk duygusuyla ayakları Rose'a doğru çekiliyordu.

"Arkanda duran ağaçların arasındaki küçük nehrin kenarındayım." Rose Eider'i görebiliyordu ve onun kendisine yaklaşması fikrinden hoşlanmamıştı, biraz olsun zamana ve toparlanmaya ihtiyacı vardı.

Eider, atını çevirip onun olduğu yere doğru gitmeye karar verdiğinde, atı ona karşı koydu ve şahlanarak onu üstünden attı. At, onu incinmiş bir bacakla beraber bırakarak, oldukları yerden dörtnala koşarak uzaklaştı. Eider, küfürler yağdırarak etrafına bakınmaya ve bulanık gören gözlerini ovuşturarak, atının ismini sayıklamaya başladığında Rose çoktan onun yanına gelmişti. Ayağı acıyor, düştüğü yerden kalkacak gücü kendisinde bulamıyordu.

Ne güzel bir başlangıç ama...

Ellerini gözlerinden çektiğinde, Eider başını ona doğru kaldırmış olan yılanı gördü ve atının derdini anlamış oldu. Ona öfkeyle bakan hayvanı gördüğünde, korkmamış sadece bir hayvan tarafından öldürülecek olmanın verdiği hayal kırıklığıyla, insanların onun için neler diyeceğini düşünmeye başlamıştı. Gözleri bulanık görse de yılanın ona giderek daha fazla yaklaştığını, çıkardığı seslerden anlayabiliyordu. Ağrıyan ayağı ve görmeyen gözleriyle, işe yaramaz bir hâlde olduğu için toprağa saplanmış olan kılıçlarını çıkarmaya yeltenmiyordu.

Rose, onun yılanla karşı karşıya olduğunu gördüğünde yapması gerekeni yaparak, yılanın havada sallanan başını kılıcıyla kopardı ve Eider'in acıyla yerden kalkma çabalarını izledi.

"İyi misiniz lordum?"

"İdare ediyordum, gelmene hiç gerek yoktu İngiliz," demek ve erkeklik gururunu, Rose'un ayaklarının altından çekip kurtarmak istiyordu.

Eider, onun yardımseverliğine şaşırıyor ve ayağa kalkmak için ağırlığını sağ ayağına veriyordu. Durumunun hiç iç açıcı olmadığını, sıkışan damarlarından ve sürekli sızlayan ayağından anlayabiliyordu. Acıyla kıvranıyordu. Sol tarafa doğru düşmüş ve ayağı güçlü bedeninin altında kalıp bükülmüştü.

"Bir şeyim yok İngiliz. Hiç beklemediğim bir anda, huysuz hayvan beni üstünden attı. Yılandan ürkmüş olmalı. Beni kurtardığın için teşekkür ederim," dedi boğulur gibi sesler çıkararak. Onun karşısında ezilip büzülmekten nefret ediyor, her geçen an güzel karısının yüzüne bakmaktan çekiniyordu. Ona güçlü kolunu saran bu güzel kadın, daha kaç kere imdadına yetişecekti ya da birbirlerini kurtarmaktan hiç sıkılmayacaklar mıydı?

Rose onun sıkılarak söylediği teşekkürünü unutmayacaktı, çünkü Eider'in teşekkürünü kazanmak kolay değildi ve ona hâlâ İngiliz derken bu gerçekten de zordu. Rose bir yabancıydı, İngiliz'di. Onu sevmiyor, her şeyden önce ona hâlâ güvenmiyordu. Hayatını kurtarmış olsa bile Eider'in gözlerinde sevgiye dair bir şey göremiyordu.

"Yürüyebilecek misin?" diye sordu Rose, onun heybetli bedeninin yerden kalkmakta zorlandığını görmüştü. Eider'in kollarındaki kaslar, acıyla ve zorlukla mücadele edip dalgalanıyordu. Uzun siyah saçları arasından ter damlacıkları yüzüne doğru akıyor, kaşlarından süzülüp çenesinde birleşiyordu. Rose, onun her şeyine hayran olmaktan vazgeçmek zorundaydı. Acısını belli etmek istemese de onun katılaşan yüzünden her şeyi anlayabiliyordu. Eider kükrercesine konuşmaya başladığında, Rose yüzüne düşen saçlarını eliyle geriye attı ve yaralı yüzünü güneşe doğru kaldırdı. Bu adamın kibriyle nasıl başa çıkacaktı? Onun hiçbir şeyi umursamayışına nasıl göz yumacaktı? Yüzüne çarpan rüzgârın serinletici etkisiyle rahatlamaya çalıştı.

"Bana, sakatmışım gibi davranma İngiliz." Eider ona neden bağırdığını bilmiyordu, ama içindeki barbar erkek, gücünü sesiyle göstermek istemişti ve o da Rose'un acıyla bakan gözlerini gördüğünde buna engel olamamıştı.

Rose, onun iki adım attıktan sonra ağaca tutunmasını gülerek izledi. Eider, onun yardımını istemeyen ve adımlarını yeni yeni atmaya başlayan küçük bir çocuğa benziyordu. İkisi de yürümekten aciz durumdaydılar ama ikisinin de acısı çok farklı sebeplere dayanıyordu.

"Sana sakatmışsın gibi davranmıyorum, çünkü zaten öylesin, seni kibirli lord bozuntusu," dedi öfkeyle Rose.

Eider, gülümseyerek ona baktı ve Rose'un yürüyüşünü izledi. Karısı bacaklarını ovuyor ve derin nefesler eşliğinde yürürken, ona küfürler yağdırıyordu. Eider ağacın kalın gövdesinden destek alarak, vücudunu dikleştirdi ve sık ağaçların arasında atını görmeyi dileyerek gözleriyle etrafı süzdü. Parmaklarını dudaklarının arasına koyarak, uzun iki ıslık çaldı, siyah atı ona doğru koşarak geliyordu. Atı tüm heybetiyle önünde durduğunda, Eider ona nasıl bineceğini düşündü. Bacağında amansız bir acı vardı, atın üstünden çok sert düşmediğini düşünüyordu ama çektiği acı öyle olmadığını kanıtlıyordu. Vücudunun tüm ağırlığı bir anda sol bacağının üstüne yıkılmıştı. Yaralanmamıştı ama bacağının şişeceğini biliyordu. Kemikleri birbirine geçmiş olmalıydı. Başını, atının sıcak karnına dayayarak gözlerini kapadı ve iyileşmek için dua etmeye başladı.

GIiN2A

LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin