-77-

6.9K 418 2
                                    

Edward birkaç tur attıktan sonra, tekrar tahtına oturdu ve gözlerini önünde duran çifte dikti. Eider tek kelime etmiyor, onu gözleriyle yönetiyordu. Rose ise kocasının elini güçlü bir şekilde tutarak ondan güç alıyor ve Edward'la konuşuyordu.

"Evinizi özlemiyor musunuz, leydim?"

Rose başını kaldırdı ve Eider'in gözlerine baktı. Sahi ya, gerçekten hiç özlememiş miydi evini, topraklarını? Aslında Rose gerçeği biliyordu... Ellerini tutan adam, onun toprağı ve evi olmuşken İngiltere kimin umurundaydı? Eider, onun her şeyi olmuştu...

"Hayır, majesteleri özlemiyorum," dedi ve bu cevabı Eider'i bile şaşırtmıştı. Arkasında duran adamın nefes alışverişleri değişmiş, elini ona karşılık vermek istercesine sıkmaya başlamıştı.

"Sizin gibi evine ve toprağına bağlı bir kadın, İngiltere'yi nasıl olur da özlemez?"

Edward, söylediği her sözün ardından Rose'un yeşil gözlerinin ardında yatan gerçekliği arıyor ama istediği cevabı bir türlü bulamıyordu. Rose, kralın kıvrandığını ve bir çıkış yolu aradığının farkındaydı, onu halkı önünde dibe sokarak orada kaderine terk etmek istiyordu. Bu sayede, önünde tek bir engel dahi kalmayacaktı.

"Anladığım bir şey daha varsa, o da sevdiğim adam neredeyse benim evim orasıdır majesteleri. Benim evim artık İngiltere değil, İskoçya'dır," dediğinde, tüm salonun üstüne yürümesini beklerken, erkeklerin gözlerinde kıskançlığı, kadınların gözlerinde ise utancı görebilmişti. Aynı havayı soluduğu insanlardan biri bile, onun duygularını anlayamazdı, çünkü hiçbiri gerçekten sevmemiş ya da sevilmemişti. Soylular sadece statü ve soylarının devamlılığı için evlenirlerdi ve gerçek sevginin, bağlılığın ne demek olduğunu asla anlayamazlardı.

Eider'in elini sıktığını hissettiğinde, aslında herkesin önünde kocasına duyduğu aşkı dile getirmiş olduğunu fark etti. Edward, gözlerini yere indirdi ve konuşmak için odadaki uğultuyu elini havaya kaldırarak susturdu.

"Her şeyin yolunda olduğuna, inanabilir miyim leydim?"

Edward'ın ondan bir güvence almak istemesini, anlayışla karşılayabilirdi. Ve en başında sorması gereken soruyu, konuşmanın en sonunda sorması ise Rose'a hiç mantıklı gelmemişti.

"Evet majesteleri, her şeyin yolunda olduğuna ve yolunda gideceğine inanabilirsiniz," dedi ve Edward'a güven veren bakışlarını yolladı. Onun, ailesine bulaşmasını istemiyor ve bir haftayı tamamlayıp evine geri dönmek istiyordu.

Edward, artık onlara güvenemeyeceğini anlamıştı ve bu durum karşısında korkuları katlanarak büyüyordu. Tahtında doğrularak, bakışlarını kalabalık salonda gezdirdi. İnsanlar onun ve McDucklar'ın ne yapacağını veya ne diyeceğini merakla bekliyorlardı. Edward, ne onları ne de kiliseyi karşısına almak istemiyordu. Gidebileceği yere kadar, McDuck'un gücünden yararlanacaktı. Kurdun oğlunu kullanacak ve ilerlemeye devam edecekti ama hâlâ İskoçların ona sorun çıkarmasından korkuyordu. Onlar, savaş söz konusu olduğunda tozu dumana katan ve yaşayan tek bir düşman bırakmadan savaş alanından ayrılmayan barbarlardı. Edward titredi ve bunu belli etmemek için yine tahtının kollarına tutundu.

*

Rose sarayın büyük ve gösterişli bahçesinde dolaşırken, soğuğun ve temiz havanın içine dolmasına izin veriyor, Eider'i bir an olsun aklından uzaklaştırmanın yollarını arıyordu. İskoçya'ya ait olan huş ağacını gördüğünde, kalbi büyük bir özlemle doldu. Evini özlüyordu, halkının yaralarını sarmak için bir an önce geri dönmeliydi. Eric'in güvenini kazanmak ve o sarışın deve kendisini sevdirmek istiyordu, sonrasında ise ona dair güzel planları olduğunu, kendisine bile itiraf edemiyordu. Onun mutlu olduğunu görmeden geçirdiği her an, Rose'un vicdan azabını çekilmez bir hâle getiriyordu.

LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin