*
Gün tekrar kararmaya başladığında, kurtların kalesine varmışlardı. Eider, kale duvarları üstünde duran kurt figürlerini gördüğünde bacağındaki ağrıyı unutarak kendisini yere attı. Sarmaşıklarla sarılmış kalın duvarlar, etrafını süsleyen küçük evler, ona kesinlikle huzur veriyordu. Rose, ağır koşullar altında hızla gerçekleştirdikler bu yolculuğa sesini çıkarmamıştı ve Eider'in kaleyi süzen huzurlu bakışlarından kaleye vardıkları için mutlu olduğunu anlamıştı. Sadece birkaç saatlik molalarla uzun yolculuğu kısaltmışlardı ama şimdi ikisinin de yürüyecek hâli yoktu. Rose'un, yorgunluğunu belli eden iniltileri ve sert soluklarını duyduğunda, kendisini ona doğru yürürken buldu ve bir adım daha attığında sol bacağının üstüne çöktü. Rose, Eider'in yere düşeceğini tahmin etmiş ve ona doğru koşmaya başlamıştı.
"Tanrı aşkına Eider! Bu kadar ağır bir yolculuk yapmamalıydık!" diyerek onun kolunun altına girmeye ve onu ayağa kaldırmaya çalıştı. Eider'in kokusu içine dolduğunda, Rose karnında uçuşan arzu kıvılcımlarını geçiştirmeye çalıştı. Onu ayağa kaldıramıyordu, çünkü Eider onun üç misli ağırlığındaydı. İkisi de yorgun ve güçsüzdü. Eider ona cevap vermek yerine, gücünü toplamaya gayret ediyordu ama her seferinde dengesini kaybedip dizlerinin üstüne sertçe düşüyor, beraberinde Rose'u da aşağıya çekiyordu.
"Bunu yapmaktan vazgeçmelisin lordum. Dizlerin paramparça olacak," dedi yüzünü buruşturarak, Eider'in yere çarpan diz kapaklarının kanadığını görebiliyor ve ona yardım edebilmek için ayaklarından güç almaya çalışıyordu.
"Ne yapmamı bekliyorsun İngiliz? Oturup ağlamalı mıyım?" dedi Eider, azimle ayağa kalkmaya çalışırken. Her seferinde olduğu yere çöküyor ve kolunun altında ki güzel kadını daha fazla yoruyordu.
"Yardım istemeliyiz."
Rose, endişeyle etrafına bakınmaya başladı. Eider bunu yapmayacaktı, çünkü küçük bir çocuk gibi yerden kalkamadığını gören halkı ona saygı duymayı bir kenara bırakabilirdi. Gözleri, onu ayağa kaldırmak için çabalayan Rose'a takıldı. Kolunun altında dört dönüyor ve Tanrı'ya ona güç vermesi için yalvarıyordu. Yeşil gözleri, ay ışığında bir elmas gibi parlıyor ve ona her seslenişinde Eider kendisini daha iyi hissediyordu. Ona kapılıp gittiği bir anda, Rose'un kolunun altından çekilip alınmasına engel olamamıştı.
"Şimdi de Eider'e mi zarar vermeye çalışıyorsun? Tüm bu yaptıkların yetmezmiş gibi!"
Eric, Rose'u karanlığın içine fırlattı ve Eider'in yanına koştu. Eider ona kızmaya hazırlanırken, Eric'in gözlerine baktı ve şu an ne derse desin bir faydası olmayacağını anladı. Gözleri yerde yatan karısına takıldı, o da tartışmanın faydasız olacağını bildiği için kıpırdamadan öylece duruyordu. İkisi de Eric'in öfkesini anlayışla karşılıyorlardı.
Rose düştüğü çamur çukurundan çıkmaya çalışırken, Eider'den tek bir söz beklemişti, onu korumasını ya da onu teselli edebilecek tek bir söz söylemesini... Belki de ona İngiliz demesi bile yetecekken, Eider sessiz kalmış ve sıkıca Eric'e sarılmıştı. İkisi de yaralıydı ve Rose kendi yaralarının, onların yaralarının yanında çok ufak ve değersiz kalacağını biliyordu. Ellerindeki çamuru üstüne sildi ve arkasını dönerek kalenin onlara ait olan kısmına doğru yürümeye başladı. Askerlerine bakıp, temizlenmeye gidecekti ve bu sefer onları sarhoş bulmak istemiyordu.
Rose büyük kamp alanının içinde dolaşırken askerlerinin hepsi derin bir uykunun içindeydi ve adım attığı her yerde huzursuzluğun tadını alıyordu. Onların olmadığı bu kısa zaman içinde kötü şeyler olmuştu. Eric'in, ona kötü davranmasını anlayabilirdi ama askerlerine karşı yapacağı bir yanlışta Rose aynı sakinliği göstermeyecekti. Lisa zarar görmüştü, bunun tek sorumlusu belki de Eider'in dediği gibi kendisiydi ve cezayı sadece o hak ediyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
RomanceSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...