Eider rüyasında yakışıklı bir erkekle öpüşüyor ve sevdiği adamın kulağına 'evlenmek zorunda kaldım sevgilim, ama seni hâlâ çok seviyorum ve senden asla ayrılmayacağım' diyordu. İki adam aşkla ve arzuyla birbirlerine sarılırken, Rose uzaktan onların aşkına şahit oluyor ve çığlıklarıyla gözyaşlarını içine gömmek zorunda kalıyordu. Sonrasında, onu sallayan bir şeyin farkına vardı. Bedenine çarpan soğuk su ve Liz'in sesi onu kendine getirdi.
"Leydim, artık uyanmalısınız. Leydim iyi misiniz?"
Rose kulaklarına dolan endişeli sese doğru başını çevirdiğinde, Liz'in hâlâ onunla beraber olduğunu anladı. Ne kadar zamandır sıcak, artık soğumuş olan suyun içinde yattığını bilmiyordu.
"Endişe etmene gerek yok Liz, sadece uyuyakalmışım," dedikten sonra, yavaşça suyun içinden çıktı ve Liz'in ona uzattığı havluya sarıldı.
"Leydim, kalenin avlusunda bir şeyler oluyor ve sizin bunu görmek isteyebileceğinizi düşündüm," diyerek geri çekilmeye başladı. Karşısında duran kusursuz kadının vereceği tepkiyi merak ediyor ve onu hayranlıkla izliyordu. Rose, onun bakışlarından kaçmak istedi. Güzel değildi, hayranlık duyulacak bir kadın asla olmamıştı ama Liz onu böyle görüyordu ve bakışlarındaki hayranlık içini ısıtıyordu.
Rose, siyah deri pantolonunu ve uzun beyaz tuniğini üstüne geçirdi. Kılıçları iki yanında duruyorken, daha güçlü ve yenilmez görünüyordu ama dışarıdaki insanların böyle düşünmediğini biliyordu. En azından sabah olanlardan sonra, ona bakan gözlerde farklı şeyler görecek ve bu da onun hoşuna gitmeyecekti.
"Çizmeleriniz burada leydim. Lütfen sakin olun." Liz, onu izlerken başının döndüğünü hissetti. Çizmelerini giymek için eğilen leydisinin biçimli kalçalarına gözü takıldı, kızaran yüzünü gizlemeye çalıştı, ama bunu yaparken daha fazla göze batmaktan ileri gidemedi. Liz elinde olmadan 'Bir kadın, nasıl olur da böylesine kusursuz bir güzellikle taçlandırılmışken, kötü bir kadere sahip olabilir?' diye düşündü. Onu asla istemeyecek bir kocaya sahip olmak, bu güzel kadının laneti olmalıydı.
Rose kapıdan çıkmışken tekrar geri döndü, odanın ortasında duran ve işe nereden başlaması gerektiğine karar vermeye çalışan Liz'e, yüzüne yayılan gülümsemesiyle içten bir teşekkür etti.
Kızın kıpkırmızı olan yüzüne sevgiyle baktı ve kalenin avlusuna doğru koşmaya başladı. Derin ve geniş yolların, onu avluya çıkaracağından emindi. Nefes nefese avluya çıktığında, Eider'in çıplak göğsünün güzelliğiyle sarsıldı. Onun, karşısına çıkan her askeri bir çırpıda yere atışını izledi ve onu yenebilen tek bir askeri bile olmadığı için öfkeyle coşan bedenine ağzı açık bir hâlde bakakaldı. Ağzından çıkan sıcak nefesi soğuk havaya karıştığında, Rose bunu görebiliyor ve o nefesin yüzüne değmesini isteyerek olduğu yerde kendinden geçiyordu. O sıcak nefesin, soğuk havaya karışıp heba olmasını istemiyordu. Rose kendi düşüncelerinin vermiş olduğu utançla yanan yanaklarını elleri arasına aldı ve Eider'in etkisinden kurtulmak ister gibi başını hızla iki yana sallayarak sayıklamaya başladı.
"Sen yakışıklı bir adam değilsin, sadece benim düşmanımsın başka bir şey değil! Gözlerimin güzelliğine aldanmış olması hiçbir şeyi değiştirmez."
Düşman...
Sadece bir düşman...
Evli olduğum muhteşem düşman!
Eider, dövüşürken gerçek bir kurda benziyordu. Coşkusu, heyecanı ve gücüyle etrafına korku yayıyordu. Liz'in anlattıkları aklına geldiğinde, gözünün önünde uçuşan bir toz bulutunu savuşturmak istercesine ellerini havada savuşturdu ve böyle bir durumla sınandığı için kaderine lanetler yağdırdı. Eider'i her gördüğünde, içinde kopan fırtınaya karşılık bulamayacağını bilmek ölüm gibiydi. Ve bununla baş etmesi gerektiğini biliyordu.
İşte tam karşısındaydı. Bir ağaç kalınlığındaki gövdesi, yaralarla kaplı kaslı göğsü, yeni yıkandığını belli eden ıslak ve örgülü saçları, ona dokunması için yalvarırcasına önünde salınıyordu. Uzun kirpiklerin sakladığı siyah gözlerin kendisine dönmesiyle, Rose olduğu yerde çakılı kaldı. Eider, şimdi ona doğru geliyor, her adımında onu korku ve heyecana sürüklüyordu. Kaçmak istemesine rağmen, askerlerinin önünde tekrar aşağılanmayı kaldıramayacağını biliyordu. Eider'in de kendisini anlayabildiğini, alaycı ve sinirle yanan kara gözlerinden anlıyordu.
Eider'in kaslı kollarının, kale duvarları arasına onu hapsetmesiyle aklındaki her şey kuş olup uçmuştu. İşte o istediği sıcak nefes, şimdi yüzüne değiyor ve Eider'in toprak kokusu içine işliyordu.
"Dinlenmeliydin," diye tısladı Eider. Yaptıklarına inanamıyor ve bu kadına doğru çekilişini durdurmaya çalışıyordu ama ona bakan aç gözleri yakaladığında Rose'a doğru koşan yüreğine engel olamamıştı. Odaya çıkmamak için bütün klanı karşısına almış ve çalıştırma adı altında tüm sinirini genç askerlerinden çıkarmıştı. Eider oyalanmış ve bu sayede Rose'un çıplak görüntüsünden kurtulmuştu, ama kadının ona gelmesi işini kolaylaştırmıyordu. Rose onu istiyordu ama Eider kardeşini düşündüğü o anda aklından geçen görüntülere lanet yağdırdı. Rose onu baştan çıkarıyor ve girmemesi gereken yollara sokuyordu.
"Tanrı aşkına, beni rahat bırak ve iyi kocayı oynamaktan vazgeç." İkisi de sinirle titriyor ve konuşurken birbirlerine tükürükler yağdırıyorlardı. Uzaktan onları izleyenler, içlerinde yatıştırmaya çalıştıkları tutkularına şahit oluyorlardı.
"Asla!"
"Asla ne, kurdun oğlu?"
"Bana bir daha kurdun oğlu dersen, seni..."
Eider, yumruğunu Rose'un başının yanına doğrusalladığında, Rose korkuyla gerilen bedenini ondan geriye çekmeye çalıştı. Amayerinden biraz olsun kıpırdayamamış, duvar ve Eider'in arasında sıkışıpkalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
RomanceSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...