11. BÖLÜM
"Kararsız bir adamdan daha tehlikeli bir şey yoktur."
Leydi Rose Crowfeld'in Günlüğü
Eric, dudağından damlayan kanı elinin tersiyle sildi, gözlerini yerden kaldırdığında dudaklarını kaplayan alaycı ifadeyi herkes gördü. O, İskoçya'nın dağları kadar sert ve kaba bir görünüme sahipti. Anneler, çocuklarını korkutmak için onunla ilgili hikâyeler anlatır ve çocuklarının gözünde, onu korkulu bir savaşçı olarak çizerlerdi. Eric, William'ın yanında duran askerlere baktıktan sonra başını çevirdi ve şiş gözünün el verdiği ölçüde herkesi süzmeye başladı.
Arkasına dönmek üzereyken, onu olduğu yere çivileyen sesi duydu, onun hayatı işte o sesi duyduğunda başlamıştı. Bu nasıl bir ihanetti ki, Eric bir şey hissedecek gücü bile kendisinde bulamamıştı?
"Kralının önünde, diz çökmelisin Eric!"
"Lisa!"
*
Lisa, onların hana baskın yapmak için hazırlandıklarını gördüğünde, bir şekilde kaçıp kurtulmak zorunda olduğunu anlamıştı. Bir yolunu bulup kaçamazsa, geç kalabilir ve yetişemezse sevdiği adam ondan şüphelenebilirdi. William'ın yanında olmadığı her an yakalanmaktan ve planının ortaya çıkmasından korkmuştu. Eric'in aşırı sevgisi, Eider'in korumacılığı ve halkın Rose'a karşı durdurumadığı sevgisi onu son noktaya getirmişti.
Dubh, son anda onun kapısında beklemekten vazgeçmiş ve sinirlenmiş olmalıydı ki, Lisa onun duvarlara attığı yumrukların, tekmelerin sesini duymuştu. Ondan kurtulmak önünde koca bir yol açacaktı ve Tanrı ona gülümseyerek yardım etmeye devam ediyordu. Dubh'un uzaklaşan adımlarını dinledi ve bir başkasına ona göz kulak olması için görev verdiğini duydu. Yaslandığı kapıya doğru, sevinç çığlıkları atmak istiyordu. Çok yakında her şey onun olacak ve tüm İskoçya etrafında saygıyla dönerek, ondan yardım dilenecekti. Lisa'nın, bu düşüncelerle içi ısınmış ve ruhu büyük bir tatminle rahatlamıştı. O, bu büyük kalede ikinci kadın olmayı asla kabul edemezdi. Ve ikinci konumda olan, bir adamı da sevemezdi.
O, her zaman en tepede yer almalı ve en tepede olanlar da onun olmalıydı. Ne zamandır bunun hayalini kuruyordu... Ve sonunda ona ulaşacak olmak vücudunu mutlulukla uyuşturuyordu. Siyah saçlarını savurdu ve siyah elbisesini çekiştirerek kapısını yavaşça aralayıp karanlık koridora bakındı, kimsenin olmadığından emin olunca ahıra giden merdivenlere doğru ilerledi. Adımları sessizdi. Karanlıkta ilerlemek tam da ona göre bir şeydi ve bunda zorlanmadığı her hâlinden belli oluyordu.
Lisa hayatın hırsına kapılmış, tüm iyiliğe gözlerini kapatmıştı. Kalbi de saçları kadar siyahtı, içinde yanan ışığı söndürmek için elleri daima havadaydı. Ne Eric, ne de Eider'in sevgisi, onun karanlık kalbini aydınlatmaya yetmemişti.
Atına ulaştığı sırada, kimsenin onu fark etmemesi için siyah başlığına iyice sarıldı, önünde duran büyük ve güzel hayvanı severek sırtına atladı. Ormanın en karışık ve sık ağaçlarla sarılı kısmına doğru hızla atını sürmeye başladığında, geriye dönüp bir kez bile bakmadı. Her şeyi geride bırakıyor ve pişmanlık duygusuyla aklının karışmasını istemiyordu.
Ayaklarını sertçe, koşan hayvanın yumuşak karnına vurdu ve sessizce mırıldandı.
"Hadi oğlum, biraz daha hızlı..."
*
Eric'in kalbinden süzülen nefesi, canını acıtarak dışarı çıkıyordu. Sevdiği, âşık olduğu güzel kadın karşısında duruyor, bir yılan gibi William'a dolanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
Storie d'amoreSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...