Önünden geçen şarap kadehlerinden iki tanesini olduğu yerde içti ve vücudunun uyuşmasını diledi. Herkes onları izliyor, sessiz ve çirkin yorumlar havada uçuşuyordu.
Rose, Lord Westreen'in ona kur yapmasına müsade ediyor ve gözleriyle Eider'i izliyordu. Her kahkaha atışında, Eider'in korkutucu bedeninin sinirle büyüyüşünü ve çevresindeki insanları korkutuşunu izledi. Bu flörtleşme hoşuna gitmese de, Eider'in damarına basacak noktayı bulmalıydı. Eğer onu geri kazanmanın yolu, göğüslerini sergilemek ve flörtleşmekse Rose bunu yapmaktan geri kalmayacaktı.
"Leydim, buradaki erkekleri kocanızı kıskandırmak için kullanmaktan vazgeçmelisiniz."
"Ah lordum, lütfen böyle düşünmeyin," dedi sahte bir gülümseyişin eşliğinde. Rose, gece boyunca kaç erkekle konuştuğunu bilmiyordu. Çoğu, onun evli veya hamile olmasını umursamıyor gibi görünüyordu. Gözler, sadece göğüslerindeydi ve bu durum Rose'a komik gelmeye başlamıştı. İki et parçasının, bu kadar etkili bir silah olacağını bilseydi, seneler önce kılıçları bırakıp, göğüsleriyle ilgilenmeye başlardı. Başının dönmeye başladığını ve ayaklarının onu taşıyamayacak hâle geldiğini anladığında, etrafındaki beyefendilerden izin isteyerek çıkış kapısına doğru yürümeye başladı.
Kapıdan çıkmak üzereyken, onu durduran kralıyla kısa bir konuşma yapmak için biraz daha yemek salonunda durması gerektiğini anladı ve o sırada, ona dönen tüm bakışları karşılamak boş bırakmamak için herkese gülümseyerek baktı. İngiltere'nin soyluları, bu geceki gösteriden hoşnut olmamışlardı ve bekledikleri çok daha büyük bir olayken, onların birbirlerinden uzak durma çabalarını ve kıskandırma yöntemlerini izlemekle yetinmişlerdi.
"Leydim, eşiniz çok mutlu görünüyor."
Kral, gözleriyle Eider'in olduğu yeri göstermiş ve Rose gördüğü manzara karşısında karnına bir yumruk yemiş gibi olmuştu. Bu, Leydi Adele'den başkası değildi! Fransızlara özgü zarafetiyle orada duruyor ve erkeklerin ağızlarından akan salyaları, dudaklarını parlatmak için kullanacakmış gibi umursamazca davranıyordu. İngiltere'nin zengin fahişesinin, yatakta bir kaplan kadar vahşi olduğu konuşulurdu her zaman, erkekler ona doğuştan âşık olarak dünyaya gelirdi. Rose ondan daima nefret etmişti ve şimdi o kadın, kocasının saçlarını elliyor ve içine düşecek gibi duruyordu.
"Majesteleri, hançerimi kullanmama müsade eder misiniz?" dedi ve kralın önünde, beline asılı duran hançerine uzanmaktan kendisini alamadı. Onu izleyen yüzler umurunda bile değildi, sadece kraldan gelecek tek bir söze bırakmıştı kendisini.
Kralın kahkahası tüm salonu sarmış, Eider Rose'un ölümle sarılmış gözleriyle karşılaştığında o da gülmeye başlamıştı. Rose, kendisini ele vermiş ve yaptıklarından pişman olmuştu. Onu kıskanmış, kralının ve insanlarının karşısında tam bir zavallı gibi görünmüştü. Eider'in gülümseyişi ise bunlara tuz biber olmuştu.
'Sen ne yaparsan, ben de aynısını yapmaktan geri durmam' demenin bir başka yoluydu bu ve Rose, bunu hak ettiğini biliyordu.
"Adele'i öldürürsen, eline bir şey geçmez İngiltere'nin gülü. Eider McDuck'u gerçekten seviyorsan, ona bunu başka şekilde göstermelisin. Ve Tanrı aşkına, git üstünü değiştir. Bu elbisenin içinde durduğun her an, benim bile evli olduğunu unutasım geliyor." Rose, ellerini havaya doğru kaldırıp ona kapıyı gösteren ve gülümsemeye devam eden kralına şaşırarak baktı. Rose, kralının bunları söyleyebileceğini hiç düşünmemişti, ona her zaman bir baba edasıyla davranmış, sözlerini vurgulayarak ve inanarak söylemişti. Rose, Edward'ın önünde bu kez gerçekten saygıyla eğilmiş ve arkasına bakmadan büyük salondan ayrılmıştı.
İçine dolan duygulara bir anlam veremiyordu. Olan biteni düşündüğü her an, ya mutlu oluyor ya da üzüntüyle büyük bir kedere sürükleniyordu. Odasının içindeki büyük şömineye doğru yürüdü ve ondan güç almak istercesine ellerini soğuk taşların üstüne dayadı, içine çektiği her nefeste, aklına dolan görüntüler sadece Eider'le ilgili oluyordu. Gözlerini, yanan ateşten ayırmadan geriye doğru çekildi ve elleriyle yüzünü örttü, her şeyi silip atmaya çalışıyordu. Ama Eider'in, Adele ile konuşması ve ona dokunması gözünün önünden gitmiyordu.
"Tanrım..." diyerek, yüzünü odanın tavanına doğru kaldırdı. Elleri boğazına gitmişti, nefes almasını engelleyen bir şey varmış gibi hissediyordu. Kapının açıldığını duymamış ve yakarışının Eider'in kulağına gideceğini hiç düşünmemişken, içine işleyen ses onu hazırlıksız yakalamıştı.
"Tanrı, şu an seni duyamaz İngiliz," diyerek karısına doğru yürüdü. Eider, onun güzelliğine karşı yenik düşen duygularına lanetler yağdırıyor ama ondan uzak kalacak gücü kendisinde bulamıyordu. İngiltere'de nefret edilen bir savaşçı olmasına rağmen, bu gece yatağına girmesi için onlarca İngiliz leydisinden teklif almıştı ama kulağına fısıldayan her kadından ayrı ayrı nefret etmişti. Tüm gece boyunca gülümsemekten ve karısını kıskanmaktan yorulmuştu. "Tanrının elçisi olduğunuzu bilmiyordum, lordum," dedi ve kıkırdamaya başladı Rose, şimdi gerçek bir leydiye benzemişti. Ve Eider, onun gülmesinden hiç hoşlanmamıştı. Etrafında yeterince sahtekâr insan varken, karısının inandırıcı olmayan gülücükleri onu sinirlendiriyordu. Bakışları odada gezindi ve yerde yanan mumlara, ateşin önünde duran güzel karısına baktıktan sonra, yutkunarak konuşmaya başladı. Rose'un ondan bir şeyler beklediğini görebiliyordu, beklentiyle açılan dudakları ve kibirle havaya kaldırdığı güzel yüzünü, Eider'in gözleri önünden ayırmıyordu.
"Sen, bu değilsin İngiliz ve ben sana bunları verebilecek bir adam değilim..."
Rose, onun üstündeki elbiseden bahsettiğini biliyordu ve Eider'in, ona âşık olan kadını özlediğini görebiliyordu. İnatçı olsa bile önünde dize gelen kadına ihtiyacı vardı ama Rose ona boyun eğmeyecek, Eider'in boyun eğmesini sağlayacaktı. Kendisine söz vermişti. Ama Eider, ona böyle bakarken ne yapması gerektiğini düşünemiyordu. Yanağındaki yara zonklamaya başladığında, ne kadar çok gerilmiş olduğunu anladı. Ondan her anlamda korkuyordu ama ondan başka çaresi olmadığını da biliyordu.
"Tüm bu saçmalıkları ben istemedim lordum," dedi ve ateşe biraz daha yaklaştı, Eider'e dönüp bakma cesaretini kendisinde bulamıyor, onun kollarına atılmaktan korkuyordu. Ellerini önüne doğru uzattı ve ısınmaya çalıştı. Aslında yanıyordu ama kafasını dağıtmak için yanan ateşin içine bile atlayabilirdi.
Eider, onun ateşin yaydığı ışığın altında parlayankızıl buklelerini ve dolgun vücudunu izlemekten zevk alıyordu ama konuştuklarıve hissettikleri aklını kurcalarken, ona yaklaşmak içinden gelmiyordu, çünküona yaklaştığında duramayacağını biliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)
RomantizmSavaş meydanlarındaki zaferleriyle tanınan, güçlü bir İskoç savaşçı... Eider McDuck, çıktığı son görevde, ummadığı bir şekilde oyuna getirildi. Kardeşini kurtarmak için, düşmanıyla el sıkıştı ve bir yabancıyla evlendi. Evlendiği kadın dünyanın en gü...