-60-

6.7K 460 1
                                    


Bannockburn Savaşı (23–24 Haziran)

"En son ne zaman konuştuk, hatırlıyor musun?" diye bağırmaya başladı Rose. Geçen her gün, onu olduğu yerde bir ölüye çevirmeye yetmişti. Hissiz, yalnız ve sevgisiz... Şüphe edilen kadın, her şeyin nedeni olarak görülen bir kızıl lanet olarak anılmaya başlanmıştı. Eider, her gün ondan kaçarak savaş hazırlıklarıyla uğraşmış ve etrafa haber salarak insanlarıyla ilgilenmiş, Rose'u umursamamıştı.

Rose, bazen onun bakışlarını yakalıyordu. Öyle boş bir ifadesi vardı ki gözlerinin, ne düşünmesi gerektiğinden bir türlü emin olamıyor, kendisini hiçbir zaman kurtulamayacağı bir bataklığa sürüklenirken buluyordu. Ona yaklaşmaya çabaladığı her denemede başarısız olmuştu. Bu imkânsız aşkta, o bir erkeğin yapması gereken şeyleri yapıyor, Eider de ürkek bir kız gibi ondan kaçıyordu.

"Karnın büyümüş."

Eider'in sesi yorgundu, gözleri ise yaralı bir çocuğa aitti. Rose onun sesini duyduğunda, sakinleşeceğini düşünürken daha çok sinirlenmişti.

Sinirim ve öfkem de, karnımla beraber büyümeye devam ediyor Eider McDuck!

"Lanet olsun sana, Eider! Senin çocuğunu taşıyorum ve onlar genelde böyle büyürler," diyerek, elleriyle karnını gösterdi. Eider onun öfkesini bile özlemişti ama kardeşine ve Eric'e ulaşmadan Rose'a dokunmak ona yanlış gelmiş, her gece onun kapısından geri dönmüştü. Dışarıda, gökyüzünün altında uyumuş Tanrı'dan kendisine bir kez olsun yardım etmesini istemişti. Ama şimdi, onu karşısında öfkeyle parlarken görmek, Eider'e tekrar yaşadığını hissettiriyordu. Rose'un elleri, karnını gösteriyor gerçek olmayan bir gülüşle ve mutlulukla kendi etrafında dönerek, Eider'e büyük bir hata yaptığını anlatıyordu. Bu sahte bir öfke nöbeti değildi, Rose aylardır yalnız olmasının acısını çıkarmak istiyordu, ona bağırmak hatta tüm insanların, onları duymasını istiyordu.

"Bana sesini yükseltme!"

"Yükseltirsem ne olur?"

"Kendine zarar vermekten öteye geçemezsin İngiliz."

"Ah! Şimdi de beni mi düşünür oldun?"

"Seni düşünmekten, bir an olsun vazgeçmedim ki..."

Rose bu sözlerin gelmesini beklemiyorken, Eider'den uzaklaştı ve elleriyle karnını sararak duyduklarının gerçek olup olmadığını anlamaya çalıştı. Yutkundu ve derin bir nefes aldı ama içine dolan hava onu rahatlatması gereken yerde boğuluyor gibi hissetmesine neden oluyordu. Dünya üzerindeki hiçbir şey, onu huzura erdiremezdi.

Belki ölüm...

Gözleri, Eider'in yüzünde bir umut ışığı arıyordu. Biliyordu... Rose da bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu ama içinde o kadar çok şey vardı ki hangisinden başlayacağına bir türlü karar veremiyordu. Diyebildiği tek şey, "Ben de..." olmuştu. Eider onun gül kokulu saçlarına uzandığında, bunu bilinçsizce yapmış olmayı diledi ama bunu isteyerek yaptığını içten içe kabul etti. Onu çok özlemişti. Ona dokunmadan geçirdiği her günü eksik ve anlamsızdı. Rose, saçlarına konan küçük öpücüklerin ardından, alnına da sıcak bir öpücük daha aldı ve Eider'in sessizce onu bırakmasına karşı çıkamadı. Onu hemen affetmesi mümkün değildi. Onu yalnız bıraktığı için Eider'i süründürmek istiyordu. Ama bir parçasının, Eider'in kollarına atılmak isteyişine de karşı koyamıyordu. Saçları arasına konan öpücüklerin tüm bedeninde dolaşmasını, Eider'in kokusunun içine sinmesini ve onun arzusuyla yeniden hayata umutla, mutlulukla bakabilmeyi istiyordu.

LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin