-15-

10.5K 648 30
                                    

Ve artık o, bu topraklara aitti. Eider, boğazını sıkan elleri kovmak ve uzaklaştırmak ister gibi ellerini havaya kaldırdı ve yüzü önünde ileri geri sallamaya başladı.

"Senin kadar değil..." Sesi o kadar kısık çıkmıştı ki, ne Rose ne de kendisi o sesi duyabilmişti ama Eider ona ne söylemek üzere olduğunu anladığında kendisini aniden odadan dışarıya attı.

"Giyinikken değil, ama çıplakken benden korkan bir adamla evliyim. Ne hissetmem ve ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Tanrım, daha ne yapmak istiyorsun bilmiyorum, ama yalvarırım beni bırak. Artık gücüm kalmadı," diyerek, gözlerini güneşin sıcaklığına doğru kaldırdı.

Rose, yakarışlarını duyması için Tanrı'ya yalvarıyor ve üşüyen vücudunu şömine ateşine yakın tutmaya gayret ediyordu. İskoçya'nın güzelliğinden kopmak istemiyormuş gibi, kirden dışarıyı zor gördüğü pencerenin önünden ayrılamadı.

Odaya giren kadınların çıkardıkları gürültüyle, tüm düşüncelerinden sıyrıldı. Hepsi ona bakıyor ve odaklandıkları tek yer, yüzündeki iğrenç yara oluyordu. Eider'in bu kadar hızlı olmasına minnettardı, çünkü gerçekten sıcak bir duşa ihtiyacı vardı. Ama ona bu kadar çok kadın yollaması, Rose'u rahatsız etmişti. Çirkinliğinin tüm İskoçya'ya yayılmasını istemiyordu ve ona bakan hevesli gözler, onun her bir parçasını başkalarına anlatmak için yanıp tutuşuyordu.

Aralarındaki en genç hizmetçi, kendisine engel olamadan konuşmaya başladığında Rose gülümseyişine engel olamadı.

"Siz hayatımda gördüğüm en güzel kadınsınız!" Rose, onun kendisiyle alay ettiğini biliyordu. O, güzel kelimesinin yanından bile geçemezdi.

"Yapma küçük kız, bugün yeterince yara aldım ve senin de ruhuma yara açmana izin veremem," dedi ve gülümsedi, tüm acısına rağmen... Kızın yanında duran üç yetişkin kadın, ses çıkarmadan onu izliyor ve bedeninin her noktasını ezberlemek istercesine ona bakıyorlardı. Aralarından en yaşlısı öne çıkarak, Rose'a selam verdi. İçten değildi, ama saygı doluydu. Ona saygı duymak zorunda olduklarını biliyordu ama Rose bunu zorunlu oldukları için yapmalarını istemiyordu. Onu gerçekten sevmelerini ve leydileri olarak görmelerini dilemekten başka bir şey yapamıyordu.

"Liz, asla yalan söylemez leydim. Ve gerçekten, güzelliğinizi inkâr edecek kadar acımasız değiliz," dedi tüm ciddiyetiyle. Rose, onların beğenisi üzerine çıplaklığından utandığını hissetti. Ellerini vücuduna sarmaya çalışsa da bunda başarısız oldu ve bir an önce suyun altına girip kendisini saklamak istedi. Saklanmak onun yaptığı en iyi şeydi.

O asla kendisini sevmemişti, bu yüzden her zaman vücudunun anlamsız ve çirkin olduğunu düşünmüştü. Dolgun göğüsleri, pembe bir gülün rengini çalmış göğüs uçları, ince ama kıvrımları dolu dolu olan vücudu, çıkık kalçasıyla her zaman alay etmişti. Sanki yüzünün çirkinliği vücuduna yansımıştı.

Elleriyle vücudunu saklamaya çalışarak arkasını döndü ve onlara işlerini yapmaları için izin verdi. Kadınlar suları boşaltırken başka hiçbir şey söylemediler ve ona bakmadan işlerini bitirdiler. Dört kadın odadan çıkmak üzereyken, Rose elinde olmadan küçük kıza seslendi.

"Liz, saçlarımı yıkarken bana yardım eder misin?" Liz'in yüzünün aydınlanmasıyla, Rose gülümsemesine engel olamadı. Onu gerçekten beğeniyor olmalıydı.

Sen bir de Johanna'yı görmelisin Liz, ya da Julie... O sessiz, ama can yakan bir güzelliğe sahiptir. Johanna ise porselen bir bebek gibidir, uzun sarı saçlarına dokunmaya kıyamazsın... Onun saçlarını taradığım zamanlarda ter sırtımdan aşağıya doğru süzülürdü, kaba ellerimle onun güzelliğini bozmaktan korkardım... Ve Sarah, o bir dağ sincabıdır ağaçtan ağaca atlar. Onu asla göremezsin, uzun toprak rengi saçları onu saklar ve kamufle olmasını sağlar. Onlar her şeyiyle mükemmel kadınlardır. Onların gözümün önünde büyüyerek cesur ve güzel kadınlar olduklarını gördüm. Ben asla güzel olan kardeş değildim, ben onların arasındaki gülün dikeniydim...

LORDUM (İngiliz Çiçekleri 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin