Bundan Çok Uzun Zaman Önce, İnsan Henüz Yeryüzünde İkâmete Başlamamışken, Arş-ı Âlâ’da, Yaradan Tarafından, İnsan ve Onun Zürriyetinden Çok Önemli Bir Ahit Alınmıştı. Bu Ahitleşmeyle İnsanoğlu, Hayata Gelme Karşılığında, Üzerine Binecek Olan Sorumluluğunun Bir Nevi Kabûl Mukavelesini Yapmış Oluyordu. Halk Arasında Kâlû Belâ Diye Bilinen Bu Ahitleşme Nasıl Yapılmıştı, Zaman Mekân Şartlar Şekil Neydi, Bunu Hatırlayamıyoruz. Ancak Bildiğimiz Kadarıyla Her Ahitleşme Gibi Bu Ahitleşmenin de Bağlayıcı Bir Niteliği Olduğu Kesin. Bu Haseple Bu Ahitleşmenin Bedenimizin, Ruhumuzun, Kalbimizin Bir Köşesinde Saklı Kalan ve Hayat Seyrimize Etki Eden Bir Yanı Olduğu Muhakkak. Yüce Rabbimiz, Bu Konuda A’râf Sûresi 172 ve 173. Âyetlerinde Şöyle Buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahim
▬ “Rabbin, Âdemoğullarının Sırtlarından Zürriyetlerini Almış ve Onları Kendi Nefislerine Karşı Şahitler Kılmıştı ve Onlara, “Ben Sizin Rabbiniz Değil miyim?” Demişti. Onlar da, “Evet, Rabbimizsin, Şahit Olduk!” Demişlerdi. Bu, Kıyâmet Günü “Biz Bundan Habersizdik?” Dememeniz İçin veyâ “Atalarımız Daha Önce Şirk Koşmuşlardı, Biz ise Onlardan Sonra Gelme Bir Nesiliz, İşleri Bâtıl Olanların Yaptıklarından Dolayı, Bizleri Helâk mı Edeceksin?” Dememeniz İçindir...” SADAKALLAHULAZİMBir Zaman İnsanlar, Arş-ı Âlâ’da, Yani Yaradan Katında, Belirlenmiş Bir Süre İçin Hayata Gelmenin Tasdikini, Bir Diğer Deyişle Sözleşmesini Yapmışlardı. Bu Sözleşme İçin, Başlangıçtan Kıyâmete Kadar Hayata Gelecek Tüm Nefisler, Bir Kerede ve Bir Yerde Toplanmış, Akıl ve İrâde Yetenekleri Üzerlerinde Olduğu Bir Hâlde, Yüce Yaradanın Huzurunda, O'ndan Başka İlâh ve Rabb Tanımayacaklarına Dâir Söz Vermişlerdi.
Bu Ahitleşme Kur’an-ı Kerîm'de, İnsanlığa Bir Hatırlatma Olarak Yeniden Sunulmaktadır. Çünkü Bu Ahitleşme ile Kişiler, İşledikleri Fiiller Karşısında Şuurlu ve Tam Mesûl Hâle Gelmektedirler. Dolayısıyla Suçlarından Ötürü Hesaba Çekileceklerini de, Ahitleşmeyi Bozmanın Bir Maddesi Olarak Başından Kabûl Etmiş Bulunmaktadırlar.
Yine Bu Hatırlatmayla Bağlantılı Olarak Kişiler, İşledikleri Fiilleri Bilgisizlik Sebebiyle İşlediklerini Söyleyerek Temize Çıkma veyâ İşlediği Suçların Sorumluluğunu Kendinden Evvelkilere Atma Şansını Otomatik Olarak Yitirmektedirler.
▬ “Bu Ahitleşmeyi Hatırlamıyoruz, Şuurunda Değiliz, Peki, Nasıl Oluyor da Hatırlamadığımız, Farkında Olmadığımız Bir Ahitleşmeyle Bağlı Kılınabiliyoruz, Bu Hakkâniyete Uygun mudur?” Gibisinden Bir Soru Akla Gelebilir. Bunun Cevabı Şöyle Olacaktır:
Bâzı Bilgiler ve Bâzı Hisler Hayata Gelirken Vardır, Yani Kişiyle Birlikte Depolanmış Olarak Gelir. Bu Depolanmış Bilgiler, Şuuraltında Saklı Yetenekler Olarak Yatar ve Hiçbir Veçhiyle Silinmez. Potansiyel Olarak Şuuraltında Muhâfâza Edilen Bu Bilgiler Keşif Sezgi ve Dâhili Faktörler Uyarıcılığıyla Şuur Hâline Gelir ve Harici Etkenler Vâsıtasıyla da Günlük Eylemlerimize Yansıdıkları Zaman Var Olduklarını Gösterirler.Şuuraltı Bilgiler Gibi İnsanın Kin, Sevgi, Kıskançlık, Sevinç, Korku, Hüzün ve Benzeri Hisleri de Şuuraltında Hazır Güçler Olarak Gelir ve Harici Faktörlerin Etkisiyle Ortaya Çıkar.
Burada, Bir Örnek Teşkil Etmesi Gayesiyle Şu Önemli Olayı Zikretmekte Fayda Var:
Kur’an-ı Kerîm’de, Bakara Sûresi 31. ve 39. Âyetleri Arasında, Hazreti Âdem’in Yaradılışı ve Sonrasındaki Hikâyesine Kısaca Değinilir. Bu Kıssada Bir Bölümde, Yüce Allah Hazreti Âdem’den, Kendine Vahy Ettiği, Meleklerin Bile Bilmediği Birtakım Bilgileri Meleklere Anlatmasını İster ve Hazreti Âdem’e, “Meleklere Eşyaların İsimlerini Say!” Diye Emreder. Bu Emirle Birlikte Hazreti Âdem, Yüce Allah’tan Öğrendiklerini Anlatır. Melekler, Hazreti Âdem’in İlmi Karşısında Hayrete Düşer ve “Yâ Rabbi, Senin Bize Öğrettiklerinden Başka Bilgimiz Yoktur?” Derler. İşte, Melekleri Hayrete Düşüren Bu Bilgi, Yüce Allah’ın İnsanoğluna Depo Ettiği O Muhteşem Bilgidir.