TANIŞMA ve DOSTLUĞUN SEBEPLERİ

46 5 0
                                    

Bil ki; insanların birbiri ile tanışmaları şu yedi şekilden birisi ile olmaktadır, bunların bir kısmı diğerinden daha değerlidir.

1- Sadece görme ve hâlini işitme yoluyla: Bir insanı ibadet yaparken görür veya Müslüman olduğunu duyarsak, onu sevmemiz gerekir. Bu kadar tanıma ile, Müslümanlık ve umum halka ait haklar oluşur.

2- Komşuluk yoluyla: Bu durumda komşuluk hakkı da meydana gelir. Böylece, Müslümanlık hakkı ile komşuluk hakkı birleşmiş olur. Bu, ayette geçen yakın komşudur.

3- Yol veya iş arkadaşı: Bu da iyilik ve ihsanı emreden ayetin bir diğer manasına göre, yol arkadaşıdır. Bu durumda üç hak bir araya gelmektedir. Müslümanlık hakkı, komşuluk hakkı ve yol arkadaşı hakkı.

4- Sohbet arkadaşı: Bu tanışma, devamlı beraberlik ve aynı yola uyma ile gerçekleşir. Bu, diğerlerinden üstündür.

5- Yakın arkadaşlık kurarak tanışmak: bu, gerçek kardeşlik olup, o, arkadaşıyla içli-dışlı bir şekilde hayatı paylaşmaktır. Arkadaş kelimesiyle pek çok durum anlatılır. Bunlar içinde, sürekli beraberlik, candan dostluk, birbirini ziyaret, beraber geceleme, birlikte yemek yeme gibi durumlar vardır. Gerçek dostluk böyle olup hepsini içerir.
Muâşeretin manası, içli dışlı ve birbirine yakın olmaktır. Hadîs-i şerifte kadınlara: “Sizler aşîr’e/kocanıza karşı çok nankörlük yaparsınız” buyurularak, kocaya da bu manada “Aşîr” denmiştir.
Allah’ü Teâlâ’nın: “O ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir dosttur” ayetinde geçen “Aşîr” kelimesi de yakın ve içli dışlı olunan kimse manasındadır.
Muâşeret kelimesiyle anlatılan dostluk ve yakınlık tek taraflı değildir. O iki kimse arasında gerçekleşir: biri diğeri gibi hareket eder, onun yaptığını yapar, onun gibi olur.

6- Özel kardeşlik: Bu, arkadaşlıktan daha üstündür. Bu, genelde halleri birbirine benzeyen ve aynı düşünceleri paylaşan kimseler arasında gerçekleşir. Birinde bulunan, kalp, himmet/arzu ve yöneliş, ilim ve ahlak diğerinde de bulunursa, kardeşlik kurulmuş olur, cinsleri birbirinden farklı olsa da. Nitekim ayet-i kerimde Allah’ü Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Hiç şüphesiz elindeki malı saçıp savuranlar/israf edenler, şeytanların kardeşleridir.” Bunun yapanlar, şeytan cinsinden olmadıkları gibi, onlarla aynı yaratılışa sahip de değildir. Fakat, kalpleri ve halleri birbirine benzeyince, aralarında kardeşlik oluşmuştur. Bu, hal kardeşliğidir ve gerçek arkadaşlık odur.

7- Sonra muhabbet gelir: Bu, özel kardeşliktir. O, Allah’ü Teâlâ’nın iki kimse arasına koyduğu kaynaşma, onların kalplerinde bulundurduğu muhabbetle meydana gelir. Bu işi bizzat Yüce Allah yapar. Onu başkasına vermez. Bu, kalplerin birbiri ile rahat etmesi, iç alemin genişlemesi, gönlün sevinç duyması, aradaki soğukluğun giderilmesi ve çekinmenin yok edilmesidir.

Bundan sonra özel dostluk gelir. Halîl/özel dost, habibten/sevgiliden daha üstündür. Hem bu özel dostluk, ancak aynı derece ve aynı yolda olan arif, alim ve akıllı kimseler arasında olur. O, çok az bulunur ve çok az bilinir. Onunla gerçek sevgi ve dostuna nefsine tercih etme gerçekleşir.
Buna göre, her özel dost, habibtir/sevendir. Fakat her seven özel dost değildir. Çünkü özel dostluk, ileri derecede bir akla, yüksek seviyede bir ilme, sağlam bir irade ve azme muhtaçtır. Bunlar her sevilen kimsede bulunmayabilir. Bunun için onu talep etmek pek kıymetlidir. Onu dille tarif etmek çok zordur.  Allah’ü Teâlâ Peygamberi Hazret-i Muhammed’i (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) muhabbet makamında yükseltmiş ve onu babası Hazret-i İbrahim’in (Aleyhisselâm) makamına ortak etmek için kendisine özel dostluk makamını vermiştir. Bu makam, muhabbet makamına ilaveten verilmiştir. Bu manada, Hazret-i Peygamber’in (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Eğer ben insanlar içinden birisini özel dost edinseydim, hiç şüphesiz Ebû Bekir’i dost edinirdim. Fakat ben Allah’ü Teâlâ’nın özel seçtiği dostuyum.”
Allah’ü Teâlâ onu kendisine özel dost seçince, artık bu dostluğa halktan birisini ortak etmek uygun olmazdı. Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) sonra şöyle buyurmuştur: “Fakat, aramızda islam kardeşliği vardır.”
Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) onu kardeşlik makamında durdurmuştur. Çünkü onda ikisinin hali ortaktır. Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem), Hazret-i Ali’ye (Radiyallâhü Anh) aynı şekilde şöyle buyurmuştur:
“Benim yanımda Ali, Musa’nın (Aleyhisselâm) yanındaki Harun (Aleyhisselâm) gibidir. Ancak peygamberlik durumu hariç.”
Görüldüğü gibi Hazret-i Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem), Hazret-i Ali’yi kardeşlik makamında tutmuştur. Hazret-i Ebû Bekir’i (Radiyallâhü Anh) hullat/özel dostluk makamında zikretmekten çekindiği gibi, onu da zikretmekten çekinmiştir. Bu durumda Ebû Bekir (Radiyallâhü Anh), Ali (Radiyallâhü Anh) ile kardeşlik makamında ortak olmaktadır. Gerçi Ebû Bekir, Efendimize (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) özel yakınlığı ile daha ileri seviyededir. Fakat Allah’ü Teâlâ dostu Hazret-i Muhammed’e kimseyi ortak etmemek, tevhidi korumak, rububiyet sıfatının gereği olarak vahdaniyetinin/ birliğinin delilini ayakta tutmak için, ona verdiği makamı başkasına vermemiştir.
Diğer bir hadiste Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz sevinç ve tebessüm içinde minbere çıkarak şöyle buyurdu:
“Haberiniz olsun, Allah’ü Teâlâ İbrahim’i kendisine dost ettiği gibi beni de dost etti. Ben Allah Teâlâ’nın habibiyim ve aynı zamanda Allah’ü Teâlâ’nın özel olarak seçtiği dostuyum.”
Bir müslümanı yakından tanımadan önce onun bizim üzerimizde ancak Müslümanlık hakkı vardır; onunla dost olduktan sonra ise yapılacak tek iş sevmektir. Sonra, tanışma şekline göre bu ikisi arasındaki kardeşlik hakları karşılıklı artar, beraberlik uzayıp, güzel hukuk devam ettiği sürece, korunacak haklar büyür.
Denilmiştir ki: “Bir senelik beraberlikle kardeşlik oluşur; yirmi senelik tanışma ile akrabalık gibi yakınlık meydana gelir.”
Allah’ü Teâlâ, ayette, yakın arkadaşı, aile ile birlikte zikretmiş, sonra kardeşi arkadaştan bir üst dereceye yükseltmiş ve onun önüne almıştır. Bunu şu ayette görmekteyiz:
“…Yahut anahtarları elinizde olan evlerden sizin için bir  günah yoktur…”
Önceleri bir mümin, evinin ve eşyasını sakladığı yerlerin anahtarlarını Allah için kardeş olduğu kimseye verirdi. O da ikamet ve yolculuk halinde onları kullanırdı. Bir yolculuğa çıkarken, kardeşi ona: “Bu malda benim gibi yetkilisin; kendi mülkün gibi harca” derdi. Fakat o, kendini sıkıntıya sokar, harcamaları kısar, mal sahibi yanında olmadığı için kendisine kıt kanaat harcama yapar ve: “Keşke kardeşim yanımda olsa da bolca harcama yapsam, rahatça yesem içsem” derdi.
O bunu, şüpheli şeylerden çekinmesinden, kardeşine karşı samimiyetinden ve onu nefsine tercih edişinden yapıyordu.
Allah’ü Teâlâ, onların bu sıkıntılı haline acıdı, vera ve takvalarına karşılık onları ödüllendirdi ve kendilerine izin verip kardeşlerinin malından rahatça yeme serbestliği verdi. Bu izni ayette, Yüce Allah şöyle buyurdu: “Kendi evinizden, babalarınızın, annelerinizin, erkek kardeşlerinizin, kız kardeşlerinizin, amca, hala, dayı ve teyzelerinizin evlerinden, ayrıca anahtarlarını elinde bulundurduğunuz evlerden, yahut dostlarınızın evlerinden yemenizde size bir sakınca ve günah yoktur.”
Görüldüğü gibi ayette, kardeşinin evinin anahtarını elinde bulunduran kimseyi, onun yerine koymuş ve onun gibi tasarruf hakkı vermiştir. “…anahtarlarını elinde bulundurduğunuz evlerden…” ifadesi bunu göstermektedir. Ondan sonra, samimi arkadaşı zikretmiştir. Çünkü o, önceki kimse gibi, gerçek manada dostluk sıfatını gerçekleştirmiş değildir.
Ayetin devamında: “Bir arada veya ayrı ayrı yemek yemenizde de bir günah yoktur!” buyrulmuştur. Yani kardeşleriniz evlerinden mevcut iken, yahut evlerinden ayrı iken yemenizde bir sakınca yoktur demek istedi ve onların bulunmasıyla bulunmamasını bir tuttu. Çünkü onların kardeşlikleri gibi malları da aralarında ortaktır. İnfak ve sevgide kalpleri ile dilleri birdir. Bu durum, onlarda şu ayetin gerçekleştiğini göstermektedir:
“Onların işleri aralarında ortaklaşa görülür ve onlar kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.” Yani onlar, işte ve infakta eşittirler.
Ediplerden birisi demiştir ki: “Kardeşleri birbiriyle toplu halde kaynaştıklarında, onlardan bir kısmı lezzetli bir yemekte toplansalar, fakat bir kısmı orada bulunmasa, orada olmayanların miktarınca o yemeğin lezzeti noksan olur.” Bu aralarındaki muhabbetten ve birbirlerine bağlılıklarından ileri gelmektedir.
Anlatılır ki: Bir gün Mâlik b. Dinar ile Muhammed b. Vâsi’ Hasan-ı Basrî’nin evine girdiler. Kendisi evde yoktu. Muhammed b. Vâsi’, sedirin altındaki bir yiyecek sepetini çıkarıp içindeki şeylerden yemeye başladı. Mâlik b. Dinar: “Elini yiyecekten çek; ev sahibinin gelmesini bekle!” diye uyardı; fakat o hiç aldırış etmeden yemeye devam etti. O sırada Hasan-ı Basrî içeri girdi; onları öyle görünce: “Ey Mâlikcik, işte biz kardeşlerimizle böyledik, birbirimizden çekinmeden hareket ederdik” dedi.

Duâ ile Selâmetle...

BİR OKU BİN DÜŞÜNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin