"KUR'AN-I KERİM MEALİ OKUMAKLA DİN ÖĞRENİLMEZ..!.."
'Gazetelerin bazıları hediye olarak kupon karşılığı “Kur’an-ı kerim meali” vermesi vesilesiyle satışlarını arttırdı netice de kazandı, fakat okuyucu manevi yönden büyük zarar da.Son yıllarda dış destekli meal okuma propagandaları dinde çok büyük bir tahribata ve karışıklığa sebep oldu... İslâmî otorite ve hiyerarşi kavramları yıkıldı... Söz ayağa düştü... Bir sürü ukalâ müctehid taslağı türedi... Dinde reform hareketleri başladı... Alimlere, mezheplere itimat yıkılarak mezhepsizliğin önü açıldı... Hemen arkasından da dinsizlik yayılmaya başladı. Zahidü'l-Kevseri’nin dediği gibi “Mezhepsizlik dinsizliğe bir köprüdür” zaten.
İslâm düşmanları, asırlardır yaptıkları tecrübelerden, kaba kuvvetle bir yere varamayacaklarını anladılar. İslâm âlimleri, hak mezhepler, fıkıh kitapları olduğu müddetçe kısmen zarar verebilseler de ciddî bir zarar veremediklerini gördüler. Çünkü İslâm âlimleri, mezhepler, fıkıh kitapları, İslamiyet'i koruyan sağlam birer kaledir. Bu kale sağlam olduğu müddetçe İslamiyet'e zarar vermeleri mümkün değildir.
Bunun için 18. asırdan itibaren, hücumlarını bu yöne çevirdiler. Âlimleri, kitapları kötülemek ve Müslümanların gözünden düşürmek, onları cahil bırakmak için ne lazımsa yaptılar. Cahil kimseyi kandırmak kolaydır. Bugün, reformcuların bu kadar taraftar toplamasının sebebi budur. Peygamber efendimiz (sav), "İlim olan yerde Müslümanlık vardır, ilim olmayan yerde Müslümanlık yoktur" buyurmuştur.
Bir Müslümanın önüne, dinini öğrenmesi için meal, tefsir(!) koymak ona yapılabilecek en büyük kötülüktür aslında. Çünkü herkes zekâsına, bilgisine göre bir şeyler anlayacak fakat, bu anladığı din olmayacak, kendi düşüncesi olacak. Zaten istenilen de bu. Hristiyanlarda olduğu gibi İslâmiyetin sadece “adı” kalsın.
İngiliz Casusu Hempher bakınız hatıralarında bu konuyu nasıl anlatıyor:
“İslam dinini yıkma çalışmalarından bir netice alamayınca ümitsizliğe düştüm. Görevi bırakmak istedim. Müstemlekeler Bakanı bana şunları söyledi:
Sen bu işlerin, birkaç senelik çalışma ile neticeleneceğini mi zannediyorsun? Bırak birkaç seneyi, bu ektiğimiz tohumların meyvelerini, ben de sen de göremeyeceğiz, belki de senin, benim torunlarımız bile göremeyecek.
Bu tohumların meyvelerini en az yüz senede, belki de 150-200 senede ancak alabileceğiz. Çünkü, bugüne kadar İslâmiyeti ayakta tutan, din bilgileri olmuştur. Âlimleri, ilmi yok edip, halkı cahil bırakmadıkça, onların dinlerini bozmak mümkün değildir. Bunun için, âlimleri, mezhepleri hissettirmeden kötüleyeceğiz. Bir müddet sonra da, peygamber sözleri (hadis-i şerifler) hakkında, ‘Uydurmaydı, değildi’ diyerek şüpheye düşüreceğiz. Âyetleri istediğimiz gibi yorumlayacağız...
Ancak bunları başarıp, halkı cahil bıraktığımız zaman, meyveleri toplamaya başlayacağız. Bir kültürü, hele asırların birikimi olan din kültürünü yıkmak, kısa zamanda olacak şey değildir.”Hempher, 1700’lü yıllarda bu faaliyeti gösteriyordu. Gerçekten de iki yüzyıl sonra, 1900’lü yıllarda meyvelerini toplamaya başladılar.
Mealden din öğrenmenin mümkün olmayacağı o kadar açık ki... Kur’an-ı kerim, İslâmiyetin temel kitabıdır, anayasasıdır. Bunu, Resulullah (sav) Efendimizin, müctehid imamların ve diğer âlimlerin sözleri açıklar, tatbikini sağlar. Kur’an-ı kerimden başkasını kabul etmemek, bir devletin anayasasının dışındaki bütün kanunlarını, tüzüklerini, yönetmeliklerini, genelgelerini kabul etmemek, onları yok saymak gibidir.
MEAL NEDİR,
İLK DEFA NE ZAMAN VE KİMLER TARAFINDAN ÇIKARILDI.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için meal nedir, ilk defa ne zaman ve kimler tarafından çıkartılmış bunun ele alınması gerekir:
Mealciliğin Geçmişi :
Sebilürreşad Mecmuası’nın 18 Safer 1924 tarihli ve 618 numaralı sayısında, “Yeni Kur’an Tercümesi” başlıklı yazıda, bu konu özetle şöyle anlatılıyor:
"Kur’an-ı kerimi tercüme etmek, basıp yaymak bir müddetten beri moda oldu. Ne gariptir ki ilk defa bu işe teşebbüs eden Zeki Megamiz isminde Arap asıllı bir Hristiyandır. Daha sonra Cihan Kütüphanesi (yayınevi) sahibi Ermeni Mihran Efendi acele olarak, diğer bir tercümenin basımına başladı ve az zamanda sona erdirerek, “Türkçe Kur’an” ismiyle yayınladı.."Asırlardır, bütün ömürlerini dini yaymakla geçiren, bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan İslâm âlimlerinin, Kur’an-ı kerimin tercümesini, meallerini hazırlamayıp da, gayri müslimlerin böyle bir çalışma yapması, düşündürücü olsa gerektir...
Ancak okumayan ve okuduğunu sanıp araştırmayan ne okuduğunu anlayıp idrak eder ne de düşünebilir ki itikat yoksunluğu...
Tercüme ve meal, gerçekten dine faydalı olsaydı, İslâm büyükleri bu faaliyeti gayri müslimlere bırakırlar mıydı?Hristiyan yayımcılar tarafından başlatılan Kur’an tercümesi kampanyaları, şiddetli tenkitlere mâruz kalmıştır. Kur’an-ı kerim tercüme ve meallerinin yayılması karşısında, Diyanet İşleri Başkanlığı da hareketsiz kalmamış, Müslüman halkı uyandırmak maksadıyla o tarihte bir beyanname yayımlamıştır.
Bu beyanname özetle şöyleydi:
1- Kur’an tercümesi furyası, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra başlamış zararlı bir faaliyettir.
2- İkinci Meşrutiyet’ten önce devlet, dini yayınları kontrol altında tutuyor ve ulu-orta, yalan-yanlış tercüme ve tefsirlerin neşrine asla müsaade etmiyordu.
3- Meşrutiyet’ten sonra, basın hürriyetinden istifade eden birtakım art niyetli kimseler, gayri müslimler, sinsi gayelerine uygun Kur’an tercümeleri neşrine başlamışlardır.
4- Türkçe Kur’an demek, küfür sözüdür. Kur’an-ı kerim İlâhidir. Kur’an’ın tercümesi olmaz.
5- Kur’an tercümeleri vasıtasıyla, İslâm dünyasında bir reform hareketi başlatmak istemişler ve muvaffak da olmuşlardır.
6- İslâmiyeti halka ve gençlere Kur’an tercüme ve mealleri ile öğretmeye çalışmak, son derece yanlış ve zararlı bir metoddur. İslâmiyet,Kur’an tercümesinden değil,İslâm âlimlerinin, halk için yazdıkları akaid, fıkıh, ahlâk (ilmihâl) kitaplarından öğrenilir.Kişinin kendi anladığı,kendi düşüncesi din olmaz. Asıl tehlike de burda !
Mezhep ulemâsının derledikleri ve aktarılarak bizlere kadar gelen nakil usulunun kaynak yollarıdır. Kendi şahsi görüşleri değillerdir.Anadolu’muzun yetiştirdiği büyük âlimlerden İmam-ı Birgivî hazretleri, bu konu ile ilgili olarak şu hadis-i şerifleri bildirmektedir:
“Bir kimse, Allahın kitabını kendi fikri, görüşü ile tefsir etse ve bu tefsirinde isabet etmiş bulunsa, açıklaması doğru olsa bile hata etmiş olur.”“Kim ki Kur’an-ı kerimi kendi kafasına göre açıklarsa, cehennemdeki yerine hazırlansın.”
Son devrin büyük din âlimlerinden Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Mes’eletü Tercümeti’l-Kur’an adlı eserinde, Kur’an tercümesi modasının arkasındaki gizli ve sinsi emelleri ve dinimizi içten yıkma plânlarını açıklamaktadır.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz:
Asırlardır din, meallerden, Kur’an tercümelerinden değil, fıkıh kitaplarından, ilmihâl kitaplarından öğrenilmiştir.
Dinimizi doğru olarak öğrenebilmek için, bu sağlam yolu devam ettirmemiz, çıkmaz yollara sapmamamız şarttır.Çıkmaz yollara sapan, kurda kuşa yem olmaya mahkûmdur!Ayrıca bu hususla alakalı olarak Hasan Arıkan Hoca Efendi, Güvek, Divriği'de 1995 senesinde bir sohbetinde şöyle ifade etmişlerdir:
"Kur'an-ı Kerîm Türkçe okunmaz, kendi lisanı ile okunur. Kur'an-ı Kerîm nazım ve mananın mecmuasıdır. Yalnız manasına Kur'an denmez, yalnız lafzına da Kur'an denmez. Hepsine birden Kur'an denir. Kur'an-ı Kerîm tercüme edilemez. Tercümesi yoktur! Ancak tefsir edilir.
Onu da her âlim kendi ilmî kudretine göre tefsir eder, kimisi 1 cilt, kimisi 5, kimisi 10, 20, 50, kimisi de 100 cilt tefsir yapmışlardır. Ama kelime kelime tercüme edilemez. Tercüme demek herhangi bir lisanla yazılmış bir metni kelime kelime başka bir lisana aktarmak demektir. Kur'an-ı Kerîm'in her bir kelimesinin pekçok manası vardır. O manalardan birini alırsın, diğerlerini alamazsın. Bu ise tağyir, tahrip olur.Kur'an-ı Kerim Allah kelamıdır. Tercüme eden Cenab-ı Hakk'ın maksadını bilecek ki tercüme edebilsin. Bir beşer olarak, bir insan olarak tercüme edilecek kelâm-ı ilâhî'deki maksad-ı ilâhî'nin ne olduğunu tam olarak bilmemize imkân yok.
Bu bakımdan Kur'an-ı Kerîm tercüme edilemez. İbadet de namaz da kendi lisanıyla okunur, koyuna benzetilmiştir ki mesela koyunun derisini yüzseler yalnız derisine koyun denir mi? Denmez! Yalnız etine de koyun denmez. Koyun derisi denir, koyun eti denir. Ama koyun denmez. Et ve deri beraber olursa ona koyun denir. Bunun gibi Kur'an-ı Kerîm de nazım ve mananın mecmuasıdır denilir.."