Türkiye’ye ilk defa mezhepsizlik ve Vehhabiliği sokmaya çalışanlardan biri olan 1940’lı yıllarda vefat eden bir hoca diyor ki: (Kur’an ile hadisler sayılıdır. Olaylar ise sonsuzdur denilerek, kıyas ile birçok şey ilave edilmiştir. Kıyas ve ictihad yoktur) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerine iftira ediyor. Kıyas ve ictihad, dine bir şey eklemek değil, Kur’an ve hadisin, derin örtülü manalarını meydana çıkarmaktır. Eshab-ı kiram da kıyas yapmıştır. İcmanın da âyetle emredildiği Beydavi tefsirinde yazılıdır.
(Dinde, her şey söylenmiştir. Ancak Kitap ile Sünnetin bildirmediği her şey mubahtır) diyerek tenakuzlu konuşuyor.
(Kıyas ile, din arttırılıyor, mubahlar haram ediliyor) diyerek dinin bir hükmü olan kıyasa saldırıyor. Bilmiyor ki, zaruri olarak ve icma ile bilinen inanılacak şeylerde, itikad meselelerinde kıyas yoktur. Kitap ve sünnette açık bildirilen işlerde de kıyas olmaz.
(Eshabın, Kitap ve Sünnete uymayan sözleri alınmaz) diyerek, onları, Kitap ve Sünnete uymayan şey söyleyecek sanıyor. Kitabı ve Sünneti, toplayan Eshab-ı kiramdır. İslam âlimleri buyuruyor ki: (Resulullahın Peygamber olduğunu ispat edecek hiçbir şahidi bulunmasaydı, yalnız Eshabını görmek, Peygamber olduğunu bildirmeye yetişirdi. Çünkü, onların herbiri, [Resulullahın mucizesi sayesinde] her ilimde, birer derya idi.) [Mucizeye inanmayan bunu imkansız zanneder.]
(Müctehidlerin, Kitap ve Sünnete aykırı ictihadlarına uyulmaz) diyerek, Kitap ve Sünnete aykırı ictihad var sanıyor. (Mezhep imamına uymak, onu Peygamber menziline çıkarmak olur. Bu ise küfürdür) diyerek bir mezhebe uyan Müslümanları kâfirlikle suçluyor. Halbuki, Redd-i vehhabi ve Hadika’da diyor ki: (Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Çünkü, Eshabın ve tâbiinin mezheplerini tam olarak bilmiyoruz, bilseydik, onlara da uymamız caiz olurdu. Çünkü, hepsi doğru idi. Dört mezhep, tam bilindiği ve yaygın olduğu için, her Müslümanın bunlardan birine uyması zaruridir.)
(İctihadlar düşünce ve görüştür. Eldeki kitaplar, mezhep kitaplarıdır) diyerek Kitap ve Sünnetten, mezhep imamlarının değil, kendi anladığını din sanıyor. Ömer Rıza Doğrul da, bu kitaba yazdığı önsözde, yazarı övüp, (Çağın ihtiyaçlarını, kıyas yolu ile dinden değil, medeniyetin terakkilerinden beklemek gerekir. Kıyas; Kitap ve Sünnet ile alakası olmayan, fakat her şeyi dine dayamak isteyen müctehidlerin icadıdır) diyerek, kendisinin de, ehl-i sünnet olmadığını, dini ve ictihadı da bilmediğini açıklıyor.
Hicri 400 yılından sonra kıyas yapacak âlim yetişmedi. (Redd-ül-muhtar)
Dört mezhepten sonra, hiçbir âlim, mutlak müctehid olduğunu söylemedi. Mezhepte müctehidler yetişti. Kıyamete kadar, lazım olacak bütün hükümleri, dört imam kitaplara yazmıştır. Şimdi, hiç kimse, Kitap ve Sünnetten, dört mezhebin birinde bulunmayan yeni bir hüküm çıkaramaz. (Mizan-ül-kübra)
Bugün 4 mezhepten birine uymak vaciptir. Uymayan Ehl-i sünnet olamaz. (Tahtavi)
Bugün teknik ilerledi diyerek dinde reform düşünmek hainliktir. Allahü teâlâ, Kur’anda, (İslamiyet’i kâmil olarak gönderdim, Resulümün emrine uyun, yasak ettiklerinden sakının) buyurmasına rağmen, Resulüne “postacı, hadislerine ihtiyaç yok” demek din düşmanlığı değil midir?
Sual: İctihad kapısının kapandığı ve dört mezhepten başka bir mezhep kurulamayacağı söyleniyor. İctihad kapısı niye kapanıyor ki?
El-cevap:Hicri 4. asırdan sonra, mutlak müctehid yetişmediği için, ictihad yapılmamış ve ictihad kapısı kendiliğinden kapanmıştır. Dört mezhepten başka, bir mezhebe ihtiyaç da, kalmadığı gibi, hicri dördüncü asırdan sonra, müctehide de, ihtiyaç kalmadı. Çünkü, Allahü teala ve Onun Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar hayat şekillerinde ve fende yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsini kapsayan hükümleri bildirdiler. Müctehitler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. Sonra gelen âlimler de, bu hükümlerin, yeni olaylara, nasıl uygulanacağını, tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirirler. Kıyamete yakın, İsa aleyhisselam, gökten inecek ve Hazret-i Mehdi çıkacak, ictihad yapacaklardır. (S. Ebediyye)Mezhepsizler insan değil mi?
Sual: İbni Teymiyenin her sözünü hüccet kabul eden mezhepsiz bir yazar, (Dört mezhep imamı da insandır, onlar da hata edebilir. Onun için ben bir mezhebe tâbi olmuyorum, dört mezhebin ictihadlarını tahkik ediyorum, inceliyorum, doğru olanlarını kabul ediyorum) diyor. Peki, bu mezhepleri tahkik eden, inceleyen yazar, insan değil mi? Dört büyük âlimin hatası olabiliyor da, bu yazarın ve İbni Teymiye’nin niye hatası olmuyor?
El-cevap:Maalesef bu mezhepsiz yazar gibi, ilahiyatçı bazı profesörler de, İmam-ı a’zam, İmam-ı Rabbani, Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri gibi Ehl-i sünnet âlimleri için, (Onlar da insandır, hata edebilirler) diyorlar. Bazı ictihadlarına yanlış diyebiliyorlar. Sizin dediğiniz gibi, bu büyük âlimler insan da, profesörler insan değil mi? Niye kendilerini insanüstü görüyorlar ki? (Her âlim hata edebilir, İbni Teymiyeci ise veya profesör etiketi varsa, hata etmez) demek ne kadar yanlıştır.Resulullah'a kadar hocaları belli olan icazetli âlimin her sözü senettir. Müctehid olan bir âlimin hata ettiğini kimse söyleyemez. Çünkü ictihad, ictihadla nakzedilemez, yani çürütülemez, yanlış kabul edilemez. Çünkü hangi ictihadın doğru olduğunu Allah'tan başka kimse bilemez. Bir ictihad Allah indinde hatalı olsa bile, ona uyan yine sevab kazanır. Onun için müctehidin ictihadına hatalı demek çok yanlıştır. Bir hadis-i şerif meali böyledir:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevab alır.) [Buhari]Hatası da sevab olan böyle bir müctehide, (O da insandır, hatası olur) demek çok yanlıştır, en azından edepsizliktir, haddini bilmemektir.
Ves' selâmetle...