İNSANLARIN HALLERİNİN FARKLI OLMASI
》Hukemâ'ya göre herkesin bulunduğu hâl, kendi zâtının ve amellerinin karşılığıdır. Bu bir küllî kâidedir. Asla aksi olmaz. Meselâ bir kimse kendi iç dünyâsını ve amelini bilmek isterse kendi zâhir hâline baksın. Eğer kötü hâlde bulunuyorsa kendi amelinin kötülüğüne, eğer iyi hâlde ise kendi amelinin iyiliğine istidlâl etsin (delil olarak alsın.) Diğer kimseler de bu kıyâs üzeredir. "Zâhir bâtının alâmetidir" (dış için aynasıdır) kâidesi herkes için geçerlidir.
• Hukemâ derler ki:
Dünyada her kimse için has bir kâbiliyet vardır. Bazı velîye keşf ve keramet verilse zabt ve tahammül edemeyip zâyi eder. Zabtına istidât ve kâbiliyeti yoktur. Bazen ondan aşağı derecedeki bir velîye keşf ve keramet verilir, hazm ve ketmeder (saklar.) Kezâ risâlet, nübüvvet, zenginlik ve servet, makam ve memuriyet ve bunların emsâli her şey için hâs bir istidât vardır. Bu diğerinde bulunmaz. Meselâ bir kimsede ilim tahsiline kâbiliyet olur, lâkin ticarete kâbiliyeti olmaz. Kezâ sâlih bir kimseye zenginlik, servet, hanlar verilse eğer bunların zabtına kâbiliyeti yoksa elinden çıkarır. Eğer kâbiliyetli sâlih bir kimseye verilse, bazı peygamberlerde olduğu gibi ifsâd etmez.• Bir Hadîs-i Kudsî'de Cenâb-ı Hakk buyurur: "Bazı kullarım vardır ki, onlar için fakirlik daha iyidir. Eğer onları zengin edersem hâli fesâda gider. Bazı kullarım da vardır ki, onlar için zenginlik daha iyidir. Eğer onu fakir kılarsam hâli fesâda gider."
Bu Hadîs-i Kudsî yukarıda sayılanların hepsini ve daha birçok manayı içine alır. Bir kimsenin istidât ve kâbiliyeti neyi gerektiriyorsa ona göre muamele olunur. Meselâ Zeyd'in (A şahsı) hareket ve tavırları Amr'ın (B şahsı) hareket ve tavırlarından iyi ve güzel iken Zeyd'in fakir ve mihnette, Amr'ın nimet ve rahatta olması kaderin cilvesi demektir.
• Kendi nefsini temize çıkarıp kadere isnât etmek tam cehildir. Çünkü insanlar amellerine göre karşılık görürler. "Amel hayırsa hayır, şerse şer olarak karşılık verilir." kâidesince her şahsın zâtî istidâdı (kişisel kapasitesi) kader-i ilâhiyeyi kendi nefsine çeker, davet eder.
• Meselâ iki talebe bir hocadan ilim tahsilinde olsalar, ahlaklarının gereği olarak biri hevâ ve hevesine uyarak tembellik edip câhil kalsa ve cehâleti sebebiyle fakir ve zillette olsa, diğeri de gayret ve himmet ederek âlim olup ilmi sebebiyle nimet ve izzette olsa; bu iki şahsın kaderi böyleymiş demek kaderi yanlış anlamak demektir.
• Kezâ iki kardeşe babalarından miras olarak büyük bir servet intikal etse; birisi sefâhate sarfederek fakir, diğeri sefâhate sarfetmeyip ticaretle zengin olsa bu iki kardeşin fakirlik ve zenginliklerini kadere isnât etmek cahilliktir, bu inanış bozuk avâm itikadıdır. Kendilerinin hareket ve fiillerinin tesiri gereğince kader-i ilâhiyeyi bu halde bulunmalarına davet ve icab ettirdiler.
• "Zirâ senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez." (Kehf, 49)
• "Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler." (Hûd, 101)
Bu ve buna benzer âyet ve hadislerin delâletleri zulüm ve isyanın kula isnât olunmasını işâret eder. Hatta şeytan "Beni saptırdığın için" (Hicr, 39) derken saptırmayı Allah'a isnât ederek yalan söylemiş; buna karşılık Âdem aleyhisselam "Biz kendimize zulmettik." diyerek zulmü kendi nefsine isnât etmekle doğru söylediği için şeytan kovulmuş, Âdem aleyhisselam'ın ise tevbesi kabul olunmuştur.
• Hayır ve şer Allah'tandır demek; yaratmak ve hükmetmek Allah'tandır, kesb ve irâde yâni hayrı ve şerri kazanmak ve istemek kuldandır diye itikat etmek lazımdır. Eğer böyle olmazsa irâde-i cüziyyeyi inkar ve (bozuk) Cebriye mezhebini ihtiyâr etmek lâzım gelir.
• Tedbirde kusur edip kadere bahane bulmak ahmaklıktır.
• Hülâsâ, herkesin içinde bulunduğu sıkıntı ve meşakkat kendi elinin kazandığının sonucudur. Cenâb-ı Hakk cömert ve kerimdir, feyyâz-ı mutlaktır. Feyyâz-ı mutlak olan Allah'ta cimrilik olmaz, kimseye zulüm ve gaddarlık etmez. Kişinin hak kazandığı yardım ve ihsanda eksiltme ihtimali yoktur.
• Cüzî irâde demek, her kişinin ruhunun meyil (eğilim), istek (hoşlandığı şeyler) ve evsâfından (vasıfları, sıfatları, niteliklerinden) ibarettir. Ruhun meyil ve isteği hangi tarafa müteveccih (yönelik) olursa o tarafı irâde ve arzu etmiş olur. İşte bu irâdesi hasebiyle gerek hayırdan ve gerek şerden ne tür muâmele ve mücazâta (karşılığa) müstehak ise, İlâhî Küllî İrâde o tür muamele ve mücazât görmesine taalluk eder. Ve işte buna kader derler.
《 İmâm-ı Nesefî, Zübdetü'l-Hakâik 》