Hayatımda geçirdiğim en güzel hafta sonunu artık geride bırakma zamanı gelmişti. Her şey bir rüya gibiydi, sanki her an biri beni uyandırabilirmiş gibi. Ne zaman bu kadar mutlu olmaya başlasak bir şey çıkıyordu ve ne zaman Aiden'ın telefonu çalsa yerimden zıplıyordum. Neyse ki hiç bir şey olmamıştı. Şirketten gelen bir kaç telefon haricinde sadece birbirimize vakit ayırdık, zaten bir süre sonra telefonları da kapatmıştık.
Aşık olmanın bile bir limiti olmalı değil mi? İşte bundan daha fazla aşık olamam diyebileceğin bir nokta, ama yoktu işte. Aiden'a gün geçtikce daha da aşık oluyordum kendimi her seferinde daha çok kaptırıyordum. İşte bu beni korkutuyordu, çok korkutuyordu.
Hayatlarımızın pek normal olduğu söylenemez, bunu kabul etmiştim. Aiden ne kadar, 'artık bitti' dese de endişeleniyordum. Tek bir mesaj, tek bir telefon her şeyi değiştirebilirdi.
Haksızlık ediyordum değil mi? Bunları düşünmemeliydim. Ben burdaydım, o burdaydı. İkimiz de iyiydik. Peki bu kötü düşünceler neden gitmiyordu?
Yüzük parmağımı süsleyen yüzüğe baktım. Kocaman olan taşı güneşin altında parlıyordu. 'Her şey çok güzel olacak.' Kendi kendime fısıldadıktan sonra gözlerimi kapattım. Kapatmamalıydım
Altı yıl öncesine dönmüştüm, babamın yılbaşı partisi. Herkese ilk nişanlandığımızı açıkladığımız gece. Bütün hayatımı alt üst eden gece. Aiden'ın o görüntüsü hâla gitmiyordu gözlerimin önünden. Ormanın derinliklerinde yatarken bulmuştum onu. Bulduktan sonra da kaybetmiştim, ya da kaybettiğimi düşünmüştüm.
'Sevgilim?' Sesinin kulaklarıma dolması ile gözlerimi tekrar açtım. 'Geldik.' İşte gerçek hayata dönüşümüz. Bana uzattığı elini tutarak, oturduğum yerden kalktım.
'Sen iyi misin?' Başımı olumlu şekilde salladım. 'Nasıl iyi olmayım ki?'
'Aklından geçenleri az çok tahmin edebiliyorum.' Gözlerimi, gözlerine kilitlediğimde aynı acıyı görüyordum. 'Bu sefer öyle olmayacak, lütfen inan bana.' Dudaklarının kenarları yukarıya doğru kıvrıldığında ben de gülümsedim. Ona inanıyordum, hep de inanacaktım.
'Eğer düğünden önce ortadan kaybolursan, yemin ederim seni ben bulup ben gebertirim anladın mı?' Gülerek beni çekiştirmeye başladı. 'Gel hadi, araba bekliyor.'
Tekneden indikten sonra, eve gitmek için arabaya bindik. Çantamdan çıkardığım telefona baktım. 'Galiba vakti geldi.' Açma tuşuna bastıktan sonra telefonun açılmasını izledim. Açıldıktan sonra ise tek tek gelen bildirilere baktım.
Okunmamış mesajlar, cevapsız çağrılar hepsine tek tek dönmem gerekiyordu. Üstelik onlara verecek güzel bir haberim vardı. Telefonu kenara bırakıp, Aiden'a baktım. Bir eli direksiyonda, diğeri vitesteydi. Gözlerini ise yoldan ayırmıyordu. Onu uzun zamandır bu kadar huzurlu görmemiştim. Gözlerinin içi bile gülüyordu. İşte tam da bunun için her şeyin çok güzel olacağına inanmak istiyordum.
Evimize girdiğimizde, artık burası bile başka geliyordu. Tamam zaten birlikte yaşıyorduk ama artık evlenecektik. Düğünümüz olacaktı, bütün sevdiklerimizle birlikte.
'Grace?' İsmimi ikinci defa duyduğumda kaldırmıştım başımı. 'Yine dalmışsın uzakalara.' Gülerek başımı salladım. 'Bir Düğün organize etmek kolay değil sevgilim.' Gülerek beni kendine çekti. 'Başladık mı bile?'
Gülerek hafifce göğüsüne vurdum. 'Elbette başladık, her şeyin mükemmel olması gerekiyor.' Şakağıma bir öpücük kondurduktan sonra beni bıraktı.
'Benim şirkete gitmem gerekiyor, bütün haftasonu boyunca telefonlara bakmadım.' Haklıydı, onun da omuzlarında ağır bir yük vardı. Sonuçta şirket yonetmek de kolay değildi. 'Tamam, benim de bizimkileri aramam gerekiyor zaten.' Gülerek başını salladı. 'Elbette, o hâlde akşam görüşürüz.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Game of Seduction | 18
Teen FictionAdım Aiden.' Diğer kulaklığımı da çıkartıp başımı adının Aiden olduğunu öğrendiğim çocuğa döndüm. 'Adını sorduğumu hatırlamıyorum.' Onu bozmaya çalışsam bile sırıtmaya devam ediyordu. 'Biliyorum, ama az sonra şu ilerideki tuvalet kabininde ihtiyacın...