Merhaba, iyi akşamlaar! 👼🏻 Bu bölümümüzde sizi mutlu edecek şeyler olacağına eminim! Alec'e ne oldu? Elizabeth ne yapacak? Campbell'ın planı ne? İlerleyen bölümlerde hepsinin cevabını öğreneceğiz. Haftaya görüşmek üzere, sağlıkla kalın. İyi okumalar! 🐥💓
Önceki bölümde...
"Yalnız kalmam gerektiğini biliyor olmalısın, değil mi? Bu kadar da düşüncesiz biri olmazsın herhalde..." Adam endişeyle başını salladı. "Seni burada hayatta burada yalnız bırakmam. Sonra bana çok kızar." Elizabeth sıkıntıyla onu nasıl kandırabileceğini düşündü. "Ama beni yalnız bırakmazsan kadınsal ihtiyaçlarımı nasıl giderebilirim?" Tahmin ettiği etkiyi yarattığını adamın yüzünde görünce bir kahkaha isteği kendini gösterdi. Ama kendini tutarak onun endişeli, sıkılmış ve kaçmak istercesine bakan yüzüne tepkisizce bakmaya devam etti. "Tamam o zaman ben arkamı döneyim. Ama sakın kaçmaya kalkışma, çok hassas kulaklarım vardır." Adamın övünerek bu cümleleri kurması Elizabeth'de tekrar bir gülme isteği uyandırdı. "Kaçmayacağıma emin olabilirsiniz Bay...?" Adam gururla ismini söyledi. "Liam, ismim Liam." Elizabeth zafer kazanmışçasına gülümsedi. "Liam." Adam kendisinden emin bir şekilde arkasına döndüğünde Elizabeth önce elini suya sokarak ses çıkardı. Liam'ın şüphelenmesini istemiyordu. Ardından biraz daha oyalanıp, orada olduğunu yeterince belli ettiğine emin olduktan sonra ses çıkarmadan minik adımlarla oradan uzaklaşmaya başladı. "Bir yere mi gidiyordunuz küçük hanım?" Elizabeth bütün vücudu titreyerek arkasına göz ucuyla baktığında adamların liderinin belirdiğini gördü. Tam tüm gücüyle koşmaya başlayacaktı ki, korkunç bir hırıldamayla olduğu yere adeta çakılı kaldı ve tek bir adım atamadı.
Sophie, güneş ışıklarını yavaş yavaş üzerlerinden çekerken kalenin avlusunda üzerini giyinmiş, pelerinini de sarınmış bir şekilde atının üzerinde oturmuş, kendine eşlik edecek olan askeri bekliyordu. Daisy henüz tam olarak iyileşemediği için başka bir at almak zorunda kalmıştı. O yüzden biraz huzursuz hissediyordu. Bir an önce McLeodlara gitmek istiyordu. Zavallı Jennifer nasıldı acaba? Ve Elizabeth? İkinci kere o korkunç kabusu yaşıyordu hiç bilmediği topraklarda... Nasıl hissediyordu kim bilir? Onun yanında olmak için nelerini vermezdi ama, elden hiçbir şey gelmiyordu. Sadece Tanrı'ya Elizabeth ve abisinin bulunması, Jennifer'ın da iyileşmesi için dua ediyordu. Sabırsızlık ve üzüntüyle içini çekti. "Ben sizi yeterince bekledim." Sinirle söylenerek atını ileri doğru dürttüğünde birden dizginleri başka biri tarafından tutularak durduruldu. Kafasını çevirdiğinde o kişinin Daniel olduğunu fark etti. Aniden duran atı şahlanmaya çalıştığında Daniel dizginlerini bir kere daha sıkarak geri çekti ve onu engelledi. "Beni aniden durdurarak ne yapmaya çalışıyorsun sen Tanrı aşkına!" Daniel sinirine hakim olmaya çalışarak dişlerini sıktı ve konuştu. "Klanda, kalenin içine, senin odana kadar giren ve seni ölümle tehdit eden biri varken sen nasıl tek başına gidebileceğini düşünebilirsin?" Sophie onun haklı olduğunu biliyordu ama altta kalacak hali yoktu. "Beni burada bu kadar zaman bekleterek sen ne düşünüyordun acaba?" Gözlerini deviren Daniel'ı umursamadı. Ama onun savaş zırhını giymiş olduğu gerçeği gözünden kaçmıyordu. "Dost klanımıza gidiyoruz, savaşa değil." Daniel sabırla iç çekti. "Siz hazırsanız gidelim Leydi Sophie?" Kendisine cevap vermemesine sinirlenerek Sophie de cevap vermedi ve dizginleri hızla onun elinden alarak ilerledi. Daniel derin bir iç çekti ve atını dürttü ve ona yetişerek ilerledi. Kalenin ana kapısından çıkarken de konuşmadılar, klanlarındaki evler gittikçe küçülerek yok olduğunda da... Sophie inatla onu görmezden geliyor, Daniel da ısrarla onu göz hapsine alarak varlığını hatırlatıyordu. "Bir şey mi var?" Sophie sabırsızca bu soruyu sorduğunda artık çileden çıkmıştı. "Sana bir şey olduğunu düşündürten nedir?" Daniel'ın bu sakinliği onu çıldırtacaktı. "Durmadan bana bakıp duruyorsun da, bir şey söylemek istiyorsan söylemen yeterli." Daniel'ın çapkınca gülümsemesinden etkilenmemeye çalışarak kafasını hemen önüne çevirdi. "Sadece ne kadar güzel göründüğünü düşünüyordum..." Sophie duydukları karşısında ne tepki vereceğini bilemedi. Aslında istemsizce kalbinin hızla atmasına sebep olmuştu. Ama bunu Daniel'a belli etmek istemiyordu. Çünkü şu an Daniel'a çok sinirliydi. Şimdi böyle konuşarak dikkatini dağıtmaya çalışıyordu. "Bunu söyleyen ilk kişi değilsin." Daniel'ın kaşları sinirle çatıldığında onu sinirlendirmeyi başardığını anlayarak gülümsedi. "Öyle mi? İlk söyleyen kişi kimdi?" Sophie ona dönerek gülümsedi. "Bu senin bilmen gereken bir şey değil." Daniel sinirle bir küfür savurduğunda amacına tamamen ulaşmıştı. Onun cevap vermesine izin vermeden başka bir soru sordu. "Daniel, abim nerede?" Daniel konunun bu kadar farklılaşmasıyla bir anlığına afallayarak şaşırdı. "Campbell neredeyse Alec de oradadır. Endişelenme, Alec ne yapacağını bilir." Daniel onun endişelerini azaltmak istiyordu ama kendisi de en az Sophie kadar endişeliydi. Çünkü Alec planlı bir şekilde kaleden ayrılmamıştı ve çok fazla kişi de değillerdi. Neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Ama Alec çok güçlü bir savaşçıydı. Ve Daniel'ın ona güveni tamdı. "Peki Elizabeth?" Daniel sıkıntıyla içini çekti. "Açıkçası bilmiyorum Sophie... Bunu yapanın Campbell olduğu kesin ama, nasıl olduğu hakkında tek bir fikrim yok. Keşke Alec burada olsaydı... Elizabeth Fransa'ya da kaçırılsa onu muhakkak bulurdu." Sophie kendi umutsuzluğunu geçirmek istercesine başını kaldırıp yavaş yavaş siyahlaşan bulutlara baktı. "Her şey çok güzel olacak!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...