Önceki Bölümde...
Odasından çıkıp, merdivenlerden indi. Yemek odasına gitmeden mutfağa göz attı. Kimse yoktu. Demek ki servise başlayacaklardı. İlerleyerek kapıyı yavaşça açtı. "Kusura bakmayın geç kaldım anneciğim, babacığım ve..." Gözleri şaşkınlıkla büyüdü. O ana onu hiçbir şey hazırlayamazdı. Beklenmedik misafir o kaba domuzun ta kendisiydi. Olduğu yerde kalakaldı.
"Hoş geldin kızım. Önemi yok, biz de yemeğe şimdi başlayacaktık. Tam zamanında geldin." Alec, James'in onları saçma İngiliz takdimiyle tanıştıracağını anlayınca istemeye istemeye ayağa kalktı. Gerçekten lanet olası ülkede bu öğlen uğraştığı kadının James'in kızı mı olması gerekiyordu? Gerçi kızın şaşkınlıktan kalakalması onu eğlendirmemiş değildi. İçinden kendisine hakaret ettiğine o kadar emindi ki! Normal davranmaya karar verdi. Sanki hiç onun üzerine yürüyüp, köşeye sıkıştırmamış gibi. "Alec, benim biricik kızım Elizabeth." Kız zoraki bir gülümsemeyle Alec'i selamladı. James çok heyecanlı ve mutluydu. "Kızım, Alec de benim İskoçya seyahatimde tanıştığım oğlum. Yani kendisi oğlum sayılır. Sana onu anlatmıştım. Hani- "Gillian kibarca konuşmayı kesti: "James, çocukları ayakta bekletmeyelim değil mi? Yemekte sohbetinize devam edersiniz." James karısı dışında biri onun konuşmasını kesse bu kadar sakin kalmazdı. Ama karısı onun için çok değerliydi. Gülümseyerek: "Tabi ki canım." dedi. O sırada Alec kızın selamına karşılık sadece başıyla selam vermekle yetindi. Ve hepsi yemek masasına oturdular. Elizabeth sakin kalmak için daha önce hiç bu kadar çaba harcamamıştı. Nasıl, nasıl babasının ona İskoçya seyahatinden sonra sürekli anlattığı İskoç çocuk bu olabilirdi? Çocukluğundan beri hep bu hikayeyi dinlemişti. On dört yaşından beri hep bu hikayeyi dinlemişti. Kolyesi... Hayır olamazdı. Kolyesinin çok güzel bir hikayesi vardı. Ama... Ama şimdi bu domuz bütün hikayeye gölge düşürmüştü. O kolyeyi aslında dolaylı olarak ona Alec vermiş oluyordu. On yıldır bu kolyeyi boynundan çıkartmamıştı. Babası on yıl önce İskoçya'ya iş seyahatine gitmişti. Hazır gitmişken etrafı gezmeden yapamazdı. James doğa yürüyüşlerini çok severdi. İskoçya'nın Highland bölgesi oldukça dağlık ve engebeli bir bölgeydi. Kimisi için bu bölge dondurucu soğukluğu, yazın bile insanın kemiklerini üşüten bir iklime sahip olması sebebiyle asla ziyaret edilmezken, James gibi bir doğa aşığı için karşı konulamazdı. O dağlarda gezip, mükemmel tabiatı keşfederken o acı inlemeleri duymuştu. Bir ağacın kovuğunda cenin pozisyonunda kıvrılmış acıyla karnından akan kanı durdurmaya çalışıp inleyen biri vardı. Ama kendini gizlemeye, sesini çıkarmamaya çalışıyordu. James yanına yaklaştığında onun genç bir delikanlı olduğunu görmüştü. Genç kendini korumaya, James'i uzaklaştırmaya hatta ona saldırmaya çalışmıştı. James ona zararsız olduğunu ve yardım etmek istediğini ikna etmek için çok uğraşmıştı. Onun İskoç olmadığını aksanından anladığını ve çok şaşırtıcı bir şekilde İskoç olmadığını anlayınca rahatladığını fark ettiğini söylemişti. Ama kızına bu delikanlının neden yaralı olduğunu, başına ne geldiğini hiç söylememişti. Elizabeth'in her ısrarlı soruşunda bunun aralarında bir sır olduğunu söylüyordu. Bu gencin iyileşmesine yardımcı olmuş ve onu güvenli bir yere götürmüştü. Gezisini uzatma sebebi olmuştu bu genç. Ve artık delikanlı iyileştiğinde, gitme zamanı geldiğinde henüz on sekiz yaşında olan Alec, ona sonsuz borçlanmıştı. Böyle hissettiğini söylemişti babasına. James her ne kadar zaten yapılması en doğru olan davranışın bu olduğunu söylese bile Alec'te o meşhur İskoç inadı vardı. Mutlaka babasına bir şey vermesi gerektiğini düşünüyordu. Ve o anda yanında olan annesinin kolyesini James'e vermişti. Babası tabi ki kolyeyi almayı reddetmişti. Çok değerli bir şey olduğunu insan ilk bakışında bile anlayabiliyordu. En azından babası öyle söylemişti. -Elizabeth bu hikayeyi o kadar çok dinlemişti ki, kendi yaşamış gibiydi artık.- Ama Alec o kadar kesin bir şekilde kararını vermişti ki James o zaman genci asla ikna edememişti. Karşılıksız bir şekilde onunla ilgilendiğini söylemesine rağmen Alec ona; "Annemin kolyesi onun ölümünden sonra elimde olan tek şey. Ama bende kalamaz. Yapamam. Annem kolyesinin her zaman şans getirdiğini söylerdi. Annemin şansı benim karşıma seni çıkardı ve sen beni orada kurtarmasaydın ben şu an yaşamayacaktım. Sen her şeyi değiştirdin. Artık bu kolye sana ait. Umarım sen de onu gerçekten layık olan birine verirsin ve sana da şans getirir. Bu yardımını ve seni asla unutmayacağım." demişti. James o zamandan sonra saf safirden olan bu güzel kolyeyi İngiltere'ye getirmiş ve doğum gününde kızına hediye etmişti. Hikayesini ise her zaman anlatmıştı. Elizabeth nereden geldiğini hiç unutmasın diye.
"Lizzie, iyi misin tatlım?" Annesi düşüncelerini bölerek onu yemek masasına geri döndürdü. Elizabeth afallayarak: "Evet, iyiyim anneciğim. Aklıma bir şey gelmişti de." Bakışlarını karşısında olan Alec'e çevirdi. O da kendisine bakıyordu. Bakışları bir anlığına göğsüne indi. Elizabeth istemsizce elini kolyesine götürdü. Alec hemen bakışlarını çevirip, kendisine bir şeyler söyleyen James'e döndü. "Tabi ki seni görmeden gidemezdim James. Biliyorsun, benim için çok değerlisin." Annesinin kolyesini o kız takıyordu. İsminin Elizabeth olduğunu öğrendiği kız. Şimdi yıllar sonra kolyeyi gördüğünde annesinin sesi kulaklarında çınlıyordu ve kolyeyi James'e vererek ne kadar iyi yaptığını söylediğini hissediyordu sanki. Ve kabul etmek istemese bile kıza çok yakışmıştı. En az annesi kadar. Öğlenki karşılaşmalarında boynu kapalıydı, görmemişti. Yoksa fark etmemesi imkansızdı. James, Alec'in sırtını sıvazladı. "Kolyeni bana verdikten sonra onu Lizzie'ye verdim. Benim için çok değerlidir, çok farklıdır. Dışarıdaki diğer şımarık genç kızlarla alakası yoktur." Gillian'ın uyaran bakışlarına rağmen sözlerine devam etti. "Sen de biliyorsun canım, Lizzie'miz çok farklıdır. Tabi biliyorsun, benim bir tane daha kızım var. Lizzie'den büyük. Jenny de çok akıllıdır. Gideli iki yıl olmasına rağmen Gillian ve ben onu çok özlüyoruz. Tabi Lizzie'de." Gillian hüzünle iç geçirdi. Elizabeth'in ablası iki sene önce İskoçya'da toprak sahibi olan Ian McLeod ile evlenmişti. Ama Elizabeth, İskoçya'da yapılan düğünde Alec'i görmemişti. Görseydi muhakkak bu öğlen onu tanırdı. Alec onaylayarak başını salladı. "Evet, bilirsin Ian benim çok yakın dostumdur. Ona çok iyi bakıyor, merak etmeyin. Buraya gelmeden onlara da uğradım ve Jennifer sizi çok özlediğini söylememi söyledi. Bunu söylemeyeceğimi söylediğimde beni tehdit etti." James kahkaha attı. "İşte benim kızım!" Alec öğlen giydiğinden daha az buruşuk olan pantolonundan katlanmış bir kağıt çıkardı. Mavi, delici bakışlarını hiç çekinmeden Elizabeth'e dikti. Bunu da kardeşine muhakkak vermem gerektiği konusunda ısrarcı oldu. Elizabeth gözleri dolarak Alec'in elinde tuttuğu kağıda baktı. Ablasını çok özlemişti. Elini uzattı. Alec de kağıdı Elizabeth'e uzattı. Kağıdı eline alırken adamın eli, eline değdi. Hızla elini çekti. Herkes Elizabeth'e odaklanmışken Gillian: "Hadi biz yemeğimize devam edelim. Alec, seninle sonunda tanışabildiğim için çok mutluyum. İsmin o kadar çok geçti ki." dedi ve dikkatleri Elizabeth'in üstünden dağıttı. Annesine minnetle baktı ve katlanmış kağıdı açıp okumaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...