Merhaba güzel okuyucularım! Bir bölümde daha birlikteyiz. Savaş son hızıyla devam ederken acaba ne gelişmeler yaşanıyor? Bu bölümde savaşın McLeod cephesine göz atacağız. Yeni öğrendiğimiz şeyler bizi şaşırtabilir ve çok sevdiğimiz birine bir şeyler olabilir. Hadi hep birlikte okuyup görelim! Haftaya görüşmek üzere, sağlıkla kalın!
Önceki bölümde...
Atının acı inlemesini duydu. Hemen bakışlarını yukarı kaldırdığında bir askerin atının karnına bir hançer sapladığını gördü. Damarları öfkeden titrerken acı sesi her yeri inletti. Askeri yakasından yakalayarak karnına defalarca kılıcı sapladı. Eli, yüzü, kıyafetleri, kısacası her yeri kan olmuştu. Yakasından tuttuğu, artık yaşamayan adamı sertçe iterek atından düşürdü ve hemen atından inerek zararı kestirmeye çalıştı. Hades acı acı inliyordu. Hançeri çıkarırsa daha çok kan akacaktı. Hades'e hemen müdahale edilmesi gerekiyordu. Yanından geçen bir askeri durdurdu. "Hemen atımı Matthew'e götür. Yarasıyla ilgilenip onu iyileştirsin!" Askeri kendi atını vermek istediğinde tehlikeli bir şekilde başını olumsuz anlamda salladı. "Joseph Campbell! Eğer biraz asla sahip olmadığını düşündüğüm onurun varsa karşıma çık! Teke tek düello yapacağız! Sadece sen ve ben!" Alec'in gür sesi savaş alanında yankılanırken bir asker efendisine olanları haber vermek için yola çıkmıştı bile...
McLeod kalesinde savaş McAlister kalesindeki hızıyla devam ediyordu. Güvenli odalardan birkaç tane bulunuyordu. Tabi ki leydilerin hepsi aynı odalardaydı. Jennifer koltukta oturmuş Connor'u kollarında sallıyordu. Ama bebeği de bir şey olduğunu hissetmiş olacak ki huzursuzca kıpırdanıyor ve uyumamak için direniyordu. Jennifer da gerildiği için oğluyla tam olarak ilgilenemediğini hissedip kendi kendine kızıyordu. Elizabeth ablasının yanına gelip kollarını açtı. "Sen biraz dinlen. Ben Connor'la ilgilenirim." Jennifer minnetle bebeğini kardeşine doğru uzattı. Yeğenini kucağına alarak onun başını omuzuna yasladı. "Niye uyumuyormuş teyzesinin bir tanecik güzel boncuğu? Kim varmış burada? Sophie teyze de buradaymış!" Sophie de Connor'ın burnuna parmağını dokundurarak onun dikkatini dağıtmaya çalıştı. Onlar Connor'la uğraşırken Gillian da kızının yanına gitti. "Sakin ol güzel Jenny'im. Ian'ın nasıl bir lider ve savaşçı olduğunu biliyorsun. Bunun da üstesinden gelecektir. Hem hazırlıksız yakalandıkları bir durum da olmadı. Üstesinden geleceklerdir." Jennifer annesine öyle bir bakış attı ki Gillian bu hüzünlü bakışların karşısında şefkatle ona sarıldı. "Sadece Ian değil anne, babam ve Alec var... Kumandanlarımız, savaşan askerlerimiz... Hepsi için endişeleniyorum. Bir de Lizzie var. Son olaylar hakkında konuşamadık hiç. Çok zor günler geçirdi ama aşağıda Alec'le vedalaşmasını gördün. Onu sevdiği çok belli. Buraya geldiğinden beri birbirlerini çok incittiler. Ama Lizzie'nin kalbinin hassasiyetini biliyorsun. Bir de Sophie var... Hayatta tutunabildiği tek dal abisi olmuş en başından beri. Ian ve benim daha yeni bebeğimiz oldu ve babam daha torununu sevecek zaman bile bulamadı. Catherine'nin bebeği de daha bir yaşını doldurmadı. Ve daha bir sürü insanın hayatının bağlı olduğu kişiler var. Ah anne çok korkuyorum!" Gillian kızının saçlarını okşayarak öptü. "Kimseye bir şey olmayacak kızım. Tanrı onların yanında..."
James kendi atı savaşa dayanamayacak kadar bitkin olduğu için başka bir ata biniyordu. O atı da ustaca kullansa da bu İskoç atı kendi atı gibi dönüşlerine hakim olmadığı için tam olarak aynı verimi alamıyordu. Ama elinden gelen her şeyi yapıyordu. Bu düşman askerler İngiltere'deki savaşlardan biraz daha farklı davranıyordu. Daha vahşilerdi ve savaşırken hiçbir kuralları yoktu. Kurallardan kastı ise saygıydı. Bu askerlerin savaştığı insanlara saygısı yoktu. Ölmüş bir askerin vücudunu atlarıyla bilerek çiğnemekten çekinmiyorlardı. Arkası dönük birine alçakça saldırmaktan çekinmiyorlardı. Bu da onların ne kadar korkak olduğunu gösteriyordu. Ama James böyle adamlara alışkındı. Savaştan bütün vücuduyla nefret etse de birçok savaşta bulunmak zorunda kalmıştı. Buraya gelirken de asla böyle bir şeyin içinde kalacağını düşünmemişti. Ama kızlarına böyle korkunç şeyler yaşatan insan bile diyemeyeceği pisliklerden öcünü alacaktı. Düşüncelerini kanıtlamak istercesine yanından hızla geçip kaleye ulaşmak isteyen bir askerin karnını kılıcıyla keskin bir şekilde kesti ve yere düşmesi için boşta kalan eliyle sırtından itti. "William hemen askerlerden birine söyle sahipsiz atları zarar görmeyecek bir yere çeksinler!" Willian hızlı bir baş onayıyla lordunun dediğini yapmak üzere uzaklaştı. James ise atını diğer yöne çevirerek kalabalık bir grupla az sayıda McLeod askerini sıkıştırmaya çalışan düşman askerlerine doğru gitti. O sırada askerlerle savaşan Alex Kont'u görünce hemen ona seslendi. "Lordum! Liderimi göremiyorum. Biz bunların işini hallederiz, lütfen onu bulun!" James onaylayarak atını çevirdi ve gözleriyle Ian'ı arayarak karşılaştığı askerleri de etkisiz hale getiriyordu. Bakışlarını sola çevirdiğinde Ian'ı gördü ve tam atını mahmuzlayarak oraya yönelecekti ki boşta olan kolunda derin bir acı hissetti. Başını çevirdiğinde etrafına toplanmış askerleri gördü. Biraz önce kimse yokken şimdi etrafı düşman askerleriyle çevrelenmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
أدب تاريخيİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...