Merhabalar! Yoğun geçen bir haftadan sonra yaşasın cuma! 🕺🏻 Bu hafta sürekli bir koşuşturmacanın içinde olduğumdan bölümü dün tamamlayıp hazır hale getirebildim. 🙇🏻♀️ Olayların yavaş yavaş çözüleceği bölümler çok yakın... Bakalım neler olacak? Yorumlarınızı bekliyorum. İyi okumalar, mutlu hafta sonları. Haftaya görüşmek üzere! 💓🐣
Önceki bölümde...
"Her şey yoluna girecek. Ağlama artık, seni böyle görmek hiç hoşuma gitmiyor ve sinirleniyorum!" Şefkatli sesi bir anda huysuz bir tona bürününce Elizabeth kendini tutamadan kıkırdadı. "Öyleyse seni çıldırtmak üzereyim! Çünkü yaşadıklarımı anlatınca sakin kalabileceğimi düşünmüyorum." Elizabeth'in sesi de gittikçe kısılıp hüzünlenmişti. Alec de gerçeğe dönmüşçesine kaşlarını çattı. Elizabeth'den uzaklaşmak istemiyordu. Onunla günlerce bu odada kalabilirdi. Ama çalınan kapıyla hem düşünceleri hem duygusal hali yok oldu. Suratı ciddileşti ve tehlikeli bir hal aldı. Elizabeth'i arkasına iterek "Gir!" dedi. Kapı açıldığında Lancelot göründü. Şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. "Efendim sizi asla bölmek istemezdim böylesi bir durumda ama bu kadın bayılacak gibi duruyor." Elizabeth arkaya itilmekten rahatsız ve sinirli bir şekilde Alec'i dürtüklüyordu. "Sanırım sırtındaki yaradan dolayı." Alec'in kendisini engellemesine ve geri plana atmasına daha fazla dayanamayan Elizabeth sinirle onun elini tutan elini sıktı. Onun bir anlık şaşkınlığından faydalanarak da öne doğru bir adım atıp yanına ilerledi. "Merhaba Lancelot, seni gördüğüm için çok mutluyum!" Işıldayan yüzü az önceki ruh halinin üstünü örtmüştü. Sadece burnunda tatlı bir kızarıklık kalmıştı. "Ben de sizi görünce çok mutlu oldum Leydim! İyi ki sizi gördüm!" Lancelot da bu heyecanlı karşılama karşısında afallayarak gülümsedi ve ne söylediğini fark ettiğinde kulaklarına kadar kızardı. Liderinin sinirli bakışlarıyla karşılaştığında hemen kendini toparladı. "Özür dilerim efendim." Lancelot hızlı bir baş selamı verip odadan ayrıldığında ikisi de birbirlerine kaşlarını çatarak döndü.
Gece yarısı McLeod klanında süren o matem havası Leydi Jennifer'ın ve bebeğin sağlıklı olduğunun duyulmasından sonra biraz dağılmış olsa da bütün klan halkı huzursuz bir şekilde evlerine çekilmişti. Çünkü liderleri ve leydilerinin babası hala geri dönmemişti. Leydi Sophie de aynı şekilde huzursuzdu ve asla uyuyamıyordu. Jennifer'ın yatağının yanındaki geniş tekli koltukta oturuyordu. Elindeki kitabı yanındaki komodinin üzerine bırakarak derin bir iç çekti. Leydi Gillian'ı zar zor ikna ederek tekrar yatağına göndermişti. Bu hiç kolay olmamıştı gerçi ama zavallı kadın kederinden bir günde çökmüştü. Sürekli dua ediyordu. Aslında uyuyamayacak kadar da endişeli ve üzgündü. Mathilda bazı bitkisel ilaçlar hazırlayarak Leydi Gillian'a içirmiş ve o da ancak o şekilde uyumuştu. Sophie de Jennifer'ın bebeğini emzirip uyutmasına yardımcı olmuş, sonra onun ilaçlarını içmesini sağlamıştı. Şimdi zor da olsa Jennifer da uyumuştu. Çünkü o da kardeşinin yokluğunun acısında asla uyumak istemiyordu. Sıkıntıyla ayağa kalktı. Mutfağa gidip kendisine bir melisa çayı almaya karar verdi. Belki biraz sakinleşip uyuyabilirdi. Kollarını havaya kaldırıp gerdi ve esnetti. Jennifer'ı ve bebeği uyandırmamaya gayret ederek parmak ucunda yürüdü. Kapıyı ses çıkarmadan açmaya çalıştığında başarılı olamadı. Sinirle soluyarak kapıyı biraz daha zorladığında kapının aniden açılmasıyla nefesini tuttu ve çığlık atmak için kendini hazırladı. Ama ağzını kapatan el dehşetle nefesini kestiğinde gözleri korkuyla büyüdü. "Benim Sophie, sakin ol!" Sophie endişeli buhranının arasında Daniel'ın güven veren, tanıdık yüzünü görünce gerilen vücudu gevşedi. Daniel da elini yavaşça çekti. "Tanrı aşkına Daniel neden böyle bir şey yaptın? Beni çok korkuttun!" Daniel cevap vermeden önce ikisi dışarıda kalacak şekilde kapıyı kapattı. "Kapı açılmaya çalışınca ve açılamayınca ben de panikledim bir şey oldu diye. Nereden bileyim!" Sophie sinir bozukluğuyla güldü. Elini alnına götürerek başını ovuşturdu. "Bir şeyin mi var? Ne oldu Sophie?" Sophie ellerini kollarına sararak istemsizce dolan gözlerini tavana sabitleyip sakinleşmeye çalıştı. "Sophie?" Daniel bir adım daha atarak kendisine yaklaştığında Sophie biraz toparlanmıştı. Gözlerini Daniel'ın güzel gözlerine çevirdi. "Her şey üstüme geliyor gibi... Elizabeth'den hala haber yok. Ian yeni doğmuş bebeğinin yanında olamıyor. Gillian ve James'in hali de ortada. Ve abimden de hala ses yok... Her şey üzerime geliyor Daniel, gözüme uyku girmiyor. Kendimi çok... Yalnız ve savunmasız hissediyorum." O kadar kırılgan duruyordu ki Daniel tek kelime etmeye çekiniyordu. Böyle hissetmekte sonuna kadar haklıydı. Düzenleri sarsılmış, olmadık şeyler olmuştu ve olmaya da devam ediyordu. Çekinerek konuştuğunda Sophie'yi rahatlatmaya çalışırken buldu kendini. "Böyle hissetmekte çok haklısın. Ama her şey düzelecek ve Alec yakında yanında olacak. Çok daha zor şeyler yaşadık. Bunun da üstesinden geleceğiz." Onun koridorun yeterli olmayan ısıtmasında üşüdüğünü fark edince kalın pelerinini çıkararak Sophie'nin üzerine sardı. Ona dokunmaya çekiniyordu. "Yalnız değilsin. Ben varım." Bu iki cümle Sophie'yi sarıp sarmaladı ve içini tarif edilemez bir sıcaklıkla doldurdu. "Ah Daniel, yanımda olduğun için teşekkür ederim." Bu koca dev için böyle konuşmanın kolay olmadığının pekala farkındaydı. Aralarında bir adımlık mesafe vardı ve ikisi de kıpırdamadan o mesafeyi koruyordu. Daniel kendini çok zor tutarak başıyla onaylayıp gülümsemeye çalıştı. Sophie'ye dokunmadan durmak çok zordu ama yapılması gereken en doğru şey ondan uzak durmaktı. Onun kalbini bir kere kırmıştı zaten, daha fazlasını yapmak kendisini öldürmekle eş değerdi. Onların kaderi birbirinden ayrı ve çok başkaydı. Sophie'de iyi ve güzel olan her şey toplanmışken kendisinde öfke, hırs ve intikam duygusundan başka bir şey bulunmuyordu. Onun güzel ruhunu kirletemezdi. Bu gerçekti, çok acı bir gerçek... "Aşağı kendime çay yapmaya gidecektim. Sen de ister misin?" Sophie düşüncelerini o tatlı sesiyle böldüğünde dikkatini tekrar o ana vermeye çabaladı. "Tek başına gidemezsin. Ben de seninle geleceğim." Jennifer ve Ian'ın odasının kapısında Ian'ın askerleri de nöbet tutuyordu. Fakat onlar Daniel odanın kapısında nöbet tuttuğu için biraz daha uzakta duruyorlardı. Sonuçta Daniel onların üstüydü ve saygı duymak zorundalardı. "Asker buraya gel!" Asker koşuşturarak ikisinin yanına geldiğinde birbirlerinden hızla uzaklaştılar. "Ben Leydi Sophie'ye mutfağa kadar eşlik edeceğim. Ben dönene kadar kapının önünden ayrılma sakın!" Asker başıyla onay verdi. "Emredersiniz kumandanım!" Daniel eliyle Sophie'ye geçmesi için işaret ettiğinde Sophie kızgınlıkla ona bakıyordu. "Leydim..." Zoraki bir şekilde gülümseyerek ilerledi. Asker onları duymayacak kadar uzaklaştıklarında öfkeyle Daniel'a döndü. "Bir daha sakın böyle şeyler yapma. Ben küçük bir çocuk değilim!" Az önceki uysal halinden eser yoktu şimdi. Daniel da onu sakinleştirmek için takılmaya karar verdi. "Ama güzel leydim, sizin gibi bir kadını nasıl yalnız bırakırım? Üstelik kendi klanımızda bile değiliz..." Sophie hızlı hızlı yürürken ona kızgın bir bakış fırlattı. Ama sakarlığı onu burada da buldu ve ayakları sebepsizce birbirine dolanıp dengesini kaybetmesine sebep olunca yine Daniel'ın sayesinde merdivenlerden yuvarlanmaktan kurtuldu. Korkudan nefesi kesilmişti. Bu dik merdivenlerden düşseydi ya sakat kalırdı ya da ölürdü. "Tanrı aşkına Sophie, düz yolda bile nasıl takılmayı başarıyorsun!" Vücutları yine birbirlerine yapışmış şekilde merdivenin başında dikiliyorlardı. Daniel'ın Sophie'nin belini sıkıca tutan elleri gerginlikten kaskatı olmuştu. Sophie'nin elleri ise Daniel'ın göğsünde kalakalmıştı. "Ben... Ben anlamadım..." Daniel onun gerçekten korktuğunu anlayınca kendini sakinleştirmeye çalışarak bir eliyle de Sophie'nin sırtını okşamaya başladı. Ona dokunmamaya çalıştığı her an kendini Sophie'ye yapışmış bir halde buluyordu. Onun dengesini sağlamasına yardım ederek merdivenin uzağına doğru çekti ve ellerini istemeyerek de olsa onun vücudundan çekti. "Tamam geçti. Hadi gel çay yapmaya gidelim."
"Sen Alec McAlister! Eğer bir daha beni arkana itmeye kalkışacak olursan..." Alec tek kaşını kaldırıp meydan okurcasına kendisine bakıyordu. Ama bu bakışlar Elizabeth'i korkutamazdı. Gözlerini bir an olsun kaçırmadan ona bakmaya devam etti ve cümlesini tamamladı. "Çok kötü şeyler olur!" Alec yüzüne kalbini yerinden oynatan tehlikeli ama tatlı bir gülümseme yerleştirerek kendisine yaklaşırken yüz ifadesini korumaya çalışmak çok zordu. Onu engellemek istercesine bir elini havaya kaldırdı. "Bana yaklaşma!" Alec onu duymuş gibi davranmıyordu. Havaya kaldırdığı elini yakalayarak dudaklarına götürüp öptü ve sonra elini kendi kalbine indirdi. "Sana bakarken kalbimin nasıl attığını hisset sevgilim. Kapıyı çalanın kim olduğunu bilmiyordum ve evimizden bu kadar uzakken seni riske atamazdım. Bundan sonra seni etrafındaki herkese karşı koruyacağım." Elizabeth ister istemez yumuşadığını hissediyordu. Alec'in kalbi hızla atıyordu. "Ben kendimi koruyabilirim! Ayrıca Lancelot yabancı değil..." Alec buna gözlerini devirerek cevap verdi. "Dışarı çıkmadan önce sana bir şey vermek istiyorum. Elizabeth'in elini serbest bırakarak elini cebine soktu. Elini yumruk şeklinde dışarı çıkarıp Elizabeth'e doğru uzattı. Elizabeth tereddütle onun elini açtığında içinde parıldayan su damlası kolyeyi gördü. Gözleri anında dolarak Alec'in mavi gözleriyle buluştu. "Bu kolye sana ait kadınım. Şimdi ve sonsuza dek." Elizabeth gözyaşları içinde başıyla onayladı ve Alec'in kolyeyi takması için arkasını döndü. Beceriksizce boynunda dolaşan eller sonunda kolyeyi takmayı başardığında içini çekerek tekrar ona döndü. "O gece neden beni bırakıp gittin?" Alec'in sevgiyle dolan gözleri bir anda öfkeyle yerini değiştirdi ve tehlikeli bir hal aldı. Elini Elizabeth'in karnına götürdü yavaşça. "Burada gördüklerimden sonra daha fazla bekleyemezdim. Sana bunu yapanların böyle rahatça dolaşmalarına izin veremezdim. Campbell'ın izini sürmeye çıktım. Aslında kısa bir keşif gezisi planlamıştım, geri dönecektim ama kendimi burada buldum." Alec yaşadıklarını anlatırken Elizabeth şaşkınlık ve korkuyla onu dinledi. Alec bu sırada Elizabeth'in tekrar üşüdüğünü fark edince onu şöminenin önüne oturttu, kendisi de karşısına geçti ve devam etti. Konuşması bittiğinde Elizabeth onun canını acıtmaktan korkarak gömleğini çıkarmak için izin istedi. Alec'in gözlerinde gördüğü öfke Elizabeth'i korkutmuştu. Sanki az önce kendisine sevgiyle bakan, içini ısıtan adam o değilmiş gibiydi. Alec tek hamlede gömleğini çıkardığında Elizabeth korkuyla nefesini tuttu. Göğsü ve kolu kalın sargılarla kaplıydı. Elini yavaşça onun göğsünün üzerinde gezdirdi. Sonra da koluna dokundu. Adamın vücudunda hiç yağ yoktu. Adeleli vücudu sert ve sıkıydı. Bakışlarını Alec'in gözlerine çevirdi sonra. Kim bilir canı nasıl yanmıştı. "Acıyor mu?" Alec gülerek onu rahatlatmaya çalıştı. "Hayır acımıyor. Margaret tedavi etti, gayet iyiyim. Endişelenme güzelim." Alec beklentiyle yüzüne bakarken bir anda kapının tıklatılmasıyla yerinde sıçradı. Sonra bu tarz şeylerden etkilendiği için kendi kendine sinirlendi. Yaşadığı şeyler yüzünden böyle minik seslere bile duyarlı hale gelmişti. Alec Elizabeth'in korkması üzerine kendisine tekrar sinirlenerek ayağa kalktı ve kapıyı küçük bir aralık bırakarak açtı. Margaret elinde yemek tabaklarıyla dolu bir tepsi tutuyordu. "Efendim rahatsız ettim kusura bakmayın." Alec'in üstü çıplak bir şekilde kapıyı açması besbelli Margaret'ı utandırmıştı. "Leydimin karnının acıkmış olabileceğini düşündüğümden hemen yemekleri ısıttım." Elindeki tepsiyi Alec'e uzattı. Alec kadına gülümseyerek konuştu. "Teşekkürler Margaret. Her şey için." Kadın içten bir şekilde gülümsedi. "Diğer kadını da sizin izninizle tedavi ettim. Bilginiz olsun efendim." Alec'in kaşları istemsizce çatıldığında Margaret "İyi geceler." diyerek odanın kapısından ayrıldı. Alec kapıyı kapatıp tepsiyi şöminenin yanındaki masaya koydu. Sonra ellerini hala şöminenin yanında oturmakta olan Elizabeth'e uzattı. "Hadi gel, bir şeyler yemen lazım." Elizabeth de itiraz etmeden içi huzur dolu bir şekilde onun ellerini tutup ayağa kalktı. Birlikte masaya oturdular. Elizabeth nasıl hızlı ve çok yediğini fark etmeden tabakları silip süpürdüğünde Alec gülümseyerek onu izliyordu. "Sakın güleyim deme Alec McAlister. Sabahtan beri hiçbir şey yiyemedim." Bu son cümleden sonra Alec'in kaşları çatıldı. "Şimdi senin sıran. Hiçbir ayrıntıyı atlamadan olayları olduğu gibi anlatmanı istiyorum." Elizabeth yorgunlukla Alec'in gözlerine baktı ve her şeyi olduğu gibi bütün korkunç ayrıntılarıyla anlatmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Ficción históricaİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...