Bölüm 38

442 59 21
                                    

Merhabalaaar! İnterneti yine bugün bulabildim. 🙈 Alec'in kendini göstermeyen gizli düşmanını öğreneceğimiz bu bölümde bakalım neler olacaaak? 😢 Önümüzdeki hafta evde olacağım için bölümleri cuma günü yüklemeye devam edeceğim. Anlayışınız için teşekkür ederim. İyi okumalaaar! 💕


Önceki bölümde...

"Her zaman yanındayım dostum, ne yapmamız gerekiyorsa birlikte yapacağız. Elizabeth'i birlikte bulacağız. Ve ikiniz de yaşayacaksınız." Alec ihtiyacı olan cesareti de Ian'ın gözlerinde gördükten sonra onu durduracak hiçbir şey yoktu. Elizabeth'i bulacak ve buna sebep olanları yakalayıp ne yapması gerekiyorsa yapacaktı. Elizabeth'i bulduğunda ise bir daha asla bırakmayacaktı. Ve sonra çok az görülen bir şey oldu. Alec'le Ian birbirlerine sarıldılar. "Bulacağız dostum!" Tam ayrıldıkları sırada kapısı çalınarak cevap vermesine izin vermeden Crispin içeri girdi. "Alec zindanlara gelmeniz gerekiyor. Sanırım casusumuzu bulduk!"

Elizabeth'in duyduğu sesin sahibi çok eskilerden gelen biriydi. Tüylerinin ürpermesine sebep olan biri. O eski sesi tanıdığına kendisi de şaşırmıştı ama içinden bir ses ölüp de cehenneme mi düştüğünü merak ediyordu. "Kime diyorum ben?" Karnına sert bir tekme yediğinde acıyla hala bu çaresizliğin içinde olduğunu fark etti. Ama ona acısını da, çaresizliğini de belli etmeyecekti. Çünkü o, bunu bile hak etmiyordu. "Küçükken de aynı böyle şımarık ve inatçıydın. Bana acını belli etmektense her şeyi yaparsın değil mi?" Şu anda aynı eskisi gibi kendisine kötücül bir şekilde gülümsediğini hayal edebiliyordu. Onu göremese bile hissedebiliyordu. Ağzındaki bez hoyratça çekildiğinde kuruyan dudakları canını acıtırcasına varlığını belli etti. İstemsizce derin derin nefes aldı ve dudaklarının acısını geçirmek istercesine diliyle ıslattı. "Asla düşünmezdin değil mi? Ama ben hep bugünü bekledim. Sonra hiç ummadığım bir anda karşıma çıktın. Ben buna adalet diyorum." Kadın karnına bir tekme daha savurdu. "Ahh!" Odada bir kahkaha çınladı. "Şimdi sesin çıkıyor demek... Sevgili babacığın şimdi seni kurtarabilecek mi bakalım?" Elizabeth konuşmak için ağzını açtı ama boğazı kuruduğu için bir öksürükten fazlası çıkamadı. Sonra kendini zorlayarak boğazını temizledi. "Zavallısın... Artık küçük bir çocuk değilim, kendim buradan kurtulacağım. Ve seni doğduğuna pişman edeceğim Victoria." Kadın sinirlenmiş olacak ki bu sefer göğsüne sert bir şekilde vurdu. Acıyla iki büklüm olan Elizabeth sesini bile çıkarmadı. "Görüyorum ki hala o saçma cesaretin var. Ama burada benim elimdesin ve ben istemedikçe asla da kurtulamayacaksın! Açın şunun gözünü de felaketinin yüzünü görsün!" Biri Elizabeth'in gözündeki kumaşı hızla çekerek açtı. Saatlerdir gözleri kapalı olan Elizabeth, gözlerini açmaya çalıştığında -havanın kararmasına rağmen- içine dolan ışıkla hızla kapattı. Gözleri acıyordu. Yavaş yavaş açmaya çalışınca da bir şeyleri görmeye başladı. Tepesinde dikilen bir silüet, arkasında duran birkaç kişi ve ne olduğunu seçemediği eşya yığınları vardı. "Aç gözlerini, aç da beni gör! Kaldırın şunu, oturtturun sandalyeye!" Birileri arkasına geçerek kollarından tutup onu sandalyeye oturttu. Vücudunun ağrıyla sızlamasını geri plana atmaya çalışarak düşmanını inceledi. Yıllar ona iyi davranmamıştı. Bir zamanlar yanakları kırmızı ve dolgun olan kadının yüzü şimdi çökmüş, kırışıklıkları yaşına göre fazla olarak yüzüne yerleşmişti. "Yaşlanmışsın Victoria." Sanki ona küfür etmiş gibi sinirlenen kadın bütün askerlerin dışarı çıkmasını emretti. "Senin korkunç baban benim İngiltere'de iş bulmamı engellediğinde ve resmen kendi ülkemden sürgün edildiğimde bana ne olacağını düşünüyordun küçük hanım! Hem de sırf korkunç derecede yaramaz olan kızını zarif ve kibar bir leydiye çevirmeye çalıştığım için! Senin yüzünden İngiltere'deki cemiyetten de uzaklaştırıldım, kimse benimle konuşmadı bile! Bu her yanı dağlardan oluşan sefil ülkeye geldiğimde hayatımın en kötü zamanlarını yaşadım ama şimdi her şey o kadar güzel oldu ki, bana zarar veren ve onlara yardım eden her insandan intikamımı alacağım!" Elizabeth onun bu coşkulu nutuğunu yüzünde hiçbir tepki belirtisi göstermeden dinledi. "Ne söylememi bekliyorsun Victoria? Yıllar boyunca kendine tek bir şey katamadığını görmek beni üzdü. Ne olursa olsun küçük bir çocuğa senin yaptığın gibi davranılmazdı. Yaşadıklarını sonuna kadar hak ettin. Şimdi geçmiş karşıma intikam zırvalıklarından bahsediyorsun. Sen kimsin Victoria? Bana ne yapabilirsin?" Victoria hırsla bir tokat attı. Vuruşunun şiddetiyle saçı önüne gelen ve başı yana savrulan Elizabeth'in ağzına kan tadı geldi, dudağı kanıyordu. İnatçı ve boyun eğmeyen bakışlarını Victoria'ya dikti tekrar. O sırada içeri bir adam girdi. En az Victoria kadar yaşlı ve yıpranmış görünüyordu. Kadın bakışlarını adama çevirdi ve endişeli bir şekilde onun yanına giderek dudaklarına bir öpücük kondurdu. "Sonunda geldin hayatım!" Kendisiyle konuştuğu sokak ağzı gitmiş, bir anda kibar biri gibi konuşmaya başlamıştı. "Görüyorum ki misafirimiz biraz dağılmış. Ona dokunulmayacak demiştim, sözümü dinlememişsin." Adamın sert konuşması Victoria'yı korkutmuş olacak ki telaşlı bir şekilde onu sakinleştirmeye çalışıyordu. "Ama o bizim ailemiz hakkında ağıza alınmayacak şeyler söyledi, ben de dayanamadım ve vurdum. Yoksa söylediklerini asla çiğnemem!" Victoria yaşlanmıştı ama yalan söyleme özelliği asla eskimemişti. Orta yaşlı adam kendisine yaklaşırken yapabildiği kadar dikleşti. Adam elini yanağında gezdirmeye başladığında yüzünü hemen aksi yöne çevirdi. "Bana karşı koymayacaksın!" Eliyle kızın çenesini sertçe tutarak kendisine çevirdi ve sıktı. Kanayan dudağına bilerek bastırdığına emindi ama ona bu zevki yaşatmayacaktı. Gözlerini adamın gözlerine dikti. "İnatçısın..." Parmağıyla dudağına biraz daha bastırdı ve Elizabeth'in ağzından bir inilti çıktı. "Ama bu numaralar bende bir işe yaramaz!" Sonra elini çekti. Victoria'nın gözleri acı çekmesi karşısında zevkle parlıyordu. "Aslında sana karşı kibar olmayı deneyecektim ama Vicky'nin söylediği gibi buna değmezsin." Victoria'nın dudağını hoyratça öptü. Elizabeth midesi bulanarak kafasını çevirdi. Ağzını dolduran kan tadı ve bu görüntü dayanılacak gibi değildi. "Şimdi bana bak! Gözlerimin içine!" Elizabeth kafasını şiddetle başka bir tarafa çevirdi. Adamın başının işaretiyle iki asker kafasını zorla çevirdi. "Efendini tanı sefil kadın! Ben Joseph Campbell!" Elizabeth tükürürcesine konuştu. "Senin lanet ismin umurumda değil! Seni tanımıyorum bile!" Joseph Campbell kafa karışıklığıyla ona baktı. "Ne demek tanımıyorum? Alec p*çi sana ailemden bahsetmedi mi?" Kızın boş bakışlarından bahsetmediğini anladı. "O halde ben sana anlatacağım." Kızın yırtılmış gömleğine, kan lekesiyle kirlenmiş aykırı pantolonuna, dağılmış saçlarına ve kanayan dudağına baktı. "Böylesi daha zevkli olacak!"

Hayallerin Yolculuğu ✨Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin