Merhabaaaa! 🙋🏻♀️ Yine bir cuma mutluluğuyla karşınızdayımm! Bu sefer daha uzun yazarak çoğu karakterimize yer vermeye çalıştım. 🤗Jennifer'a ne olacak? Elizabeth'in planı ne? Alec nerede ve ne durumda? Ian ve James neler yapacaklar? Bütün bunların cevabı için beklemede kalın! Sizi hiç bekletmeden yeni bölümümüzle baş başa bırakıyorum. İyi okumalar, iyi hafta sonlarııı! Sağlıkla kalın! 🌿
Önceki bölümde...
Elizabeth götürüldüğü yer hakkında hiçbir ipucu yakalayamadığı için ümitsizliğe kapılıyordu. Tam o anda aklını okumuş gibi adamlardan biri konuştu. "Ne kadar yolumuz kaldı? Oturup bir şeyler yemek istiyorum. Lanet Campbell'a bu kızı sağlam götürmemiz gerekiyorsa midemizden bir şeyler de geçmesi lazım!" Arkasındaki adamın derin bir nefes aldığını duydu. "İlerideki patikada duracağız! Mızmız çocuklar gibi şikayet edip durmayın Tanrı aşkına!" Elizabeth hızlıca düşünmeye çalıştı. Bu fırsatı kaçırmamalıydı. Bir şekilde kendisini kurtarmalıydı. Hayatın başka bir bilinmezliğine yönelirken içinden kendi kendisine yemin etti. Buradan kurtulacak ve kendisine yaşatılanların öcünü bir bir alacaktı.
Sophie kapısının vurulma sesiyle uyandığında sersemce gözlerini açtı ve pencereye bakarak saatin kaç olduğunu anlamaya çalıştı. Ağzından fısıltıyla "Gelebilirsiniz." kelimesi çıktı. Kapı tereddütle açıldığında Flora göründü. Kapıyı tekrar arkasından kapatırken Sophie de yatağında doğrularak ayağa kalktı. "Bir şey mi oldu Flora? Abim mi geldi yoksa?" Flora üzgünce başını salladı. "Hayır leydim... Sadece kumandanlar size bir haber vermek istiyorlarmış. Bir de akşam yemeği saati de yaklaştığından artık uyanmak isteyeceğinizi düşünmüştüm." Sophie endişeyle yatağından fırladığında küçük bir baş dönmesi onu yakaladı ve yatağın tahta korkuluğunu tutarak dengesini sağlamaya çalıştı. Flora hemen ileri atıldı. "Leydim, iyi misiniz?" Sophie kendini toplamaya çalışarak gülümsemeye çalıştı. "İyiyim, sanırım yataktan hızlı çıktığım için böyle oldu. Sen onlara geleceğimi söyle lütfen." Onun hareket etmediğini, tereddütle beklediğini görünce cümlesini tekrar etti. "Flora gerçekten iyiyim. Gidebilirsin." Flora bir adım ilerledi. "Giyinmenize yardımcı olayım eğer isterseniz." Sophie bu teklifi de kibarca reddettikten sonra Flora istemeye istemeye oradan ayrıldığında başına korkunç düşünceler üşüştü. Acaba ne söyleyeceklerdi? İyi bir haber olmadığı kesindi. Kendini daha iyi hissedince tahta korkuluğu bıraktı ve giyinme bölmesine bıraktığı elbisesini almak için oraya yöneldi. Üzerinden geceliğini çıkararak koltuğun üzerine bıraktı. Bir çabayla elbisesini üzerine geçirdi ve iplerini arkadan bağladı. Son olarak da McAlister ekose kumaşını beliyle omzu arasında ustaca bağladı ve çizmelerini giyerek odasının kapısına yöneldi. Merdivenleri hızla inerek toplantı odasına giderken kalbi vücudunun her yerinde atıyor, ne düşüneceğini bilemiyordu. Tanrı'ya abisine bir şey olmaması için dua ediyordu. Toplantı odasının kapısını çaldı ve "Gir." sesini duyunca içeri yöneldi. Kumandanların yüzüne tek tek baktığında bir problemin olduğu aşikardı. Dudağını ısırarak onların ayakta dikildiği masanın yanına yaklaştı. "Ne oldu? Abim... O iyi mi?" Dylan'ın çatılı kaşları düzelip, gözlerinde hüzünlü bir ifade belirince Sophie biraz daha endişelendi. "Ne oluyor Dylan?" Israrla Daniel'a bakmaktan kaçınıyordu. "Liderimiz hala bulunamadı. Ama var gücümüzle onları aramaya devam ediyoruz. Leydim, McLeodlardan bir haber geldi." Sophie nefesi kesilerek duyacaklarını bekledi. "Talihsiz bazı şeyler yaşanmış." Sophie sabırsızlıkla konuştu. "Tanrı aşkına Dylan! Artık söyle lütfen!" Dylan bir anda her şeyi söylemenin iyi olacağını düşünerek konuştu. "Leydi Jennifer doğum yapmış. Ama şu an durumu kritikmiş. Zor bir doğum olmuş ve yaşam tehlikesi hala devam ediyormuş." Sophie'nin gözlerinde beliren sevinç yerini korkunç bir üzüntüye bıraktı. "Leydi Elizabeth de bu sırada kim olduğu bilinmeyen ama tahmin edilen adamlar tarafından kaçırılmış." Sophie yaşadığı yıkımla yanı başındaki sandalyeye çöktüğünde kumandanlar başına üşüştü. "Leydim iyi misiniz? Başına üşüşeceğinize bir bardak su verin!" Bunu söyleyen Daniel'dı. Her şeyi görüyor, ama aynı zamanda da görmüyor gibiydi. Gözleri boşluğa dikilmişti. "Lanet olsun Dylan! Bu şekilde bir anda söylemek zorunda mıydın!" Sophie eline tutuşturulan suyu bile tutamayacak haldeydi. Nitekim tutamadı da ve bardak elinden düşerek kırıldı. Gözleri istemsizce doldu. Etrafındaki hiçbir şeyi algılayamıyor, düşüncelerinde boğuluyordu. Neden böyle şeyler yaşıyorlardı? Cehennem günlerine geri dönmüş gibilerdi. Elizabeth tekrar kaçırılmıştı, abisi hala ortada yoktu, Jennifer ise yeni doğan bebeğine sarılamamıştı bile... İçi acıyla doldu. Böyle olmamalıydı. İyi insanlar böyle şeyler yaşamamalılardı. Gözlerinden akan yaşı fark edemeden ayağa kalktı. O sırada başında duran askerler bir anda ne olduğunu anlayamadan geriledi. "Beni McLeodlara götürmenizi istiyorum. Hemde tam şu anda!" Kumandanlar bu ani tepki karşısında afalladılar. Crispin "Ama leydim..." diyecek oldu. "Tek bir itiraz istemiyorum. Bu kalenin leydisi olarak dediklerimi yapmak durumundasınız. Şimdi ben hazırlanmaya gidiyorum. Bana kim eşlik edecekse yarım saate avluda beni beklesin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Historical Fictionİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...