Merhabaaaa! 😌 Bölümü geç yükleyebildim, kusura bakmayın. Çünkü bilgisayarım bozuldu maalesef. 🥺 İyi okumalaar! 🍀
Önceki bölümde...
O akşam McAlister kalesinin yakınlarında bir yerlerde...
"Sana doğruyu söylüyorum! Alec kızı yanından ayırmıyor. Bu şekilde hiçbir şey yapamam! İşin ucunda kendi hayatımı da düşünmek zorundayım. Şu an zindanda olan ve kıza zorla sahip olmaya çalışan askerden bahsetmiştim sana, hani Ian McLeod'un kumandı, Samuel. Onu öyle bir hale getirdi ki, adam ölmek için yalvarıyor ama Alec asla acımadan onun o sefil ve hasta halde yaşamasını sağlıyor." Öfkelenen diğer adam sinirle sözünü kesti. "Sürekli yanında tutuyor olamaz, boşluklardan yararlan. Elizabeth illaki dışarı çıkmak isteyecek dolaşmak için. En yakın kaynaktan onun kaleye tıkılıp kalmaktan sıkıldığını ve rahat durmadığını öğrendik. Şimdi tek yapman gereken Elizabeth'in dışarı çıkmasını beklemek. Ondan sonra da yapman gerekeni biliyorsun. Kendine gel ve iş bittiğinde alacağın ödülü düşün. Ona göre hareket et!" Gitmek için yürümeye başladığında durdu ve arkasını döndü. "Geçen gün konuştuğum kıza söyle: Eğer ondan istediğimiz işi yapmazsa kardeşini bir daha hiç göremeyecek. Yarın öğrendiği şeyleri bana söylemek için hazır olsun." Adamın cevap vermesini beklemeden arkasını dönüp gitti.
Ertesi gün sabah olduğunda Elizabeth gözlerini yüzüne vuran güneş yüzünden açmadı. Uykusunu tam olarak almış ve kendiliğinden uyanmıştı. Kendini çok iyi hissediyordu. Hastalığın pençesinden sonunda kurtuluyordu. Yatağından doğrulup şaşkınlıkla etrafına bakındı. Alec yanında değildi ve oda çok karanlıktı. Pencereye doğru baktığında kalın perdelerin çekili olduğunu gördü. Yüzü mutlulukla aydınlandı. Dün Alec'e güneş ışığının sabahları kendisini çok rahatsız ettiğini söylemişti ve şimdi odada kalın perdeler vardı. Belki de Alec düşündüğü kadar düşüncesiz bir insan değildi. Gerinerek yatağından kalktı ve perdeleri çekerek güneşin güzel ışıklarının odaya dolmasına izin verdi. Bugün kendisini çok iyi hissediyordu, çok güzel birgün olacaktı! Üzerini giyindi ve Sophie'yle anlaştıkları gibi kahvaltısını etmek için merdivenlerden inip, mutfağa doğru yöneldi. İçeri girecekken çalışanların kendi ismini söylediğini duydu ve dinlemek için kapının yanında durdu. "Sana söylüyorum, Rose onların kapısının önünden geçerken kahkahalarını duymuş. Aynı yatakta yattıklarına şüphemiz yok zaten. Leydi Sophie geçen gün mutfağın önünde Daniel'la konuşurken de hepimiz duyduk. Liderimiz hiç evlenmeyecek gibi görünüyordu. Ama evlenmediği gibi o kadınla kendi kalesinde bu şekilde yaşayacağını da düşünmemiştim." Diğer kız kıkırdadı. "Melanie sen çok fenasın! Leydi Elizabeth İngiliz'di, değil mi? Onların bu tarz konularda katı kuralları olduğunu duymuştum ama durum ortada! Liderimizi mutlu ettiği kesin. Bakalım bundan ne zaman sıkılacak?" Aralarında gülüştüler ve Elizabeth daha fazla dinleyemedi ve boğazını temizleyerek içeri girdi. İkisi de bir anda sustular ve gözlerini Elizabeth'e çevirdiler. "İsmimi duyduğumu sanıyorum. Bir şey mi diyecektiniz hanımlar?" Tek kaşını kaldırarak onlara baktı. "Biz... Hayır Leydim, yanlış duydunuz herhalde. Biz size kahvaltı hazırlayacağımızı konuşuyorduk." Arkadaşını dürttü. "Değil mi Melanie?" Arkadaşı hızla başını sallayarak onayladı ve ikisi de hemen mutfağın başka noktalarına koşuştular. "Ben size ve Leydi Sophie'ye kahvaltı hazırladım leydim." Flora elinde tepsiyle kendisine gülümsüyordu. "Flora, her zaman ne istediğimi biliyorsun! Elizabeth için de papatya çayını asla unutmuyorsun, harikasın!" Sophie arkasından gelmişti. Elizabeth de gülümsedi. "Gerçekten mükemmelsin Flora, teşekkür ederiz!" Flora gülümsemekle yetindi. Sophie tepsiyi aldı ve avluya çıktılar. Avludaki masalardan birine oturdular. Kahvaltılarını etmeye başladılar. "Elizabeth çok keyfin yok gibi, bir şey mi oldu?" Çatalıyla tabağındaki zeytinle oynayıp duruyordu. Sophie'nin kendisine seslenmesiyle çatalını bıraktı. "Bir şey yok. Sadece günler ne çabuk geçiyor onu düşünüyordum." Sophie'nin de suratı asıldı. "Evet birkaç gün sonra gideceğin için ben de çok üzgünüm. Ama klanlarımız çok yakın öyle düşün." Elini Elizabeth'in elinin üzerine koydu. "Üzülmeyeceğiz Elizabeth. Ben bugün için çok güzel planlar yaptım. Dylan'dan senin çok güzel at sürdüğünü öğrendim. Bugün at sürmeye gideriz diye düşündüm. Ne dersin, bu seni mutlu eder mi?" Elizabeth'in yüzü sevinçle aydınlandı. "Çok mutlu olurum tabi! Ama Alec nasıl izin verdi buna?" Sophie gözlerini kaçırdı. "Yani... Şey diyebiliriz: Alec bilmediği bir şeye kızamaz değil mi? Onu görmedik ve danışma şansımız olmadı." Elizabeth sesli bir şekilde güldü. "Şşş Alec askerlere eğitim veriyor. Buraya gelirse onu görmüş oluruz. Şimdi beni dinle, ben Flora'dan bize güzel yiyeceklerle dolu bir sepet hazırlamasını rica etmiştim. Onu alacağız ve hemen ahırlara gideceğiz. Atlarımızı kendimiz hazırlamak zorundayız. Hiç endişen olmasın annem bana zamanında bunu da öğretmişti." Gözlerindeki hüzün bir an görünüp bir anda kayboldu. "Eminim güzel annen yukarıda bir yerlerde seni izliyor ve gurur duyuyordur." Kendisine bakan Sophie'ye destek verircesine gülümsedi. "Hadi şimdi senin güzel planını uygulayalım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayallerin Yolculuğu ✨
Ficción históricaİngiltere'den İskoçya'ya uzanan bir hikaye.... Basit görünen bir karşılaşmadan sonra, her şeyi değiştiren yolculuk karşı konulmaz bir aşkın başlangıcı olacaktı. Üstü tozlarla örtülü olan sırlar, bu yolculukla bir bir gün yüzüne çıkacaktı. Suikastler...